top of page

Fırat YURTSEVEN

 

"BAĞBOZUMU"

 

(Bağbozumu,  Şenol Yazıcı, roman – Ada Kitap, İstanbul, 2006)

 

Anadolu’nun kırılgan coğrafyasının bize bıraktığı en derin yara nedir? Şenol Yazıcı son romanı “Bağbozumu”nda buna yanıt arıyor.  Doğu Karadeniz’de başlayıp biten, hepsi birbirine bağlı öykülerle kurgulanmış bu roman, Anadolu’nun son 100 yılda yaşadığı acımasız deneyimin tanıklığını yapmakta.Bu tanıklık, Yazıcı’nın dilinde daha yakıcı, hüzünlü ve şiirsel bir anlatıma sahip. Osmanlı devletinin son deminde, Anadolu halklarının çaresizce düşürüldüğü karabasan, devamında cumhuriyetle birlikte gelen değişim ve yakın tarihi şekillendiren sancılı dönemler, romanda can bulan kişiliklerin yaşam öyküleriyle daha da sarsıcı bir “ağıt” a dönüşüyor.

Nedir peki bu ağıta neden olan yara? Dünya savaşına katılarak, Anadolu’nun kaderine kanlı bir yol açan bu yara, kuşakları savuran, yakın tarihe kadar uzanan bir trajediye dönüşmüştü. Yusuf, Gökçe ve diğerlerinin yaşadıkları bu trajedi, romanda kanlı canlı anlatımlarla okuru da içine almakta, kendi tarihini sorgulamaya yönlendirmekte. Kırılgan bir coğrafyanın doğurduğu kırık dökük yaşamlar “Bağbozumu”nda Yazıcı’nın şiirsel diliyle daha da belirginleşmekte sayfalar ilerledikçe.

 

Yazıcı belki de bilinçli bir tercihle, aslında çok kapsamlı ve uzun soluklu olabilecek bir romanı kısa tutmuş. Bu tercih, çok kısa sürede okurun romana yoğunlaşmasını da beraberinde getiriyor. Seferberlik yıllarından, yakın dönem tarihine uzanan bu yoğunlaşma, kurguda da ileri ve geri gidişlerle romanın bütünlüğünü korumakta. Her kahramanın yaşamı kendi içinde bir roman oluşturabilecek iken, bir bütün halinde ve bağlantılı olarak tek bir romanda hayat bulması ayrı bir başarı.

 

Bağbozumu, Anadolu gerçeğini anlatırken bugün dahi hatırlamakta güçlük çekilen, hatta zaman zaman tabu olarak görülüp, konuşulmayan acı yaşanmışlıkları, emperyalizme piyon edilen halkların birbirini boğazlamasını, mübadeleleri, çok partili sisteme geçişten yetmişli yılların siyasi karmaşasında savrulanları çarpıcı şekilde yansıtabiliyor okura. Okur ise, bir zamanlar bu ülkede yaşanmış olan ve hiç biri kurgu olmayan öykülerin boğucu atmosferine kendini bırakıyor. Burada ifade ettiğim kendini bırakış yanlış anlaşılmamalı, tam aksine bu bırakış, okuru diken üstüne, gergin ve huzursuz eden bir teslimiyet olarak düşünülebilir. Elbette ki, Bağbozumu gibi konusu ve anlatımı çarpıcı, trajik öyküleri işleyen bir yapıttan bu beklenir. Çünkü elinizdeki roman, yaz tatilinde hafif okumalar için hazırlanmış, kaba tabirle “çerezlik” bir edebi yapıt değil. Son yüzyılın acı geçmişini okurla paylaşan bu roman bu trajediye, bu hüzne ve bu yitişlere onları da ortak etmeliydi, ediyor da..

 

Günümüzde de sınırların değiştiği, aynı coğrafyayı paylaşan halkların büyük güçler arasındaki nüfuz kavgasında birbirine girdiğini gördüğümüzde, Bağbozumu’nda yaşananları daha net anlayabiliyoruz. 20. yüzyılın başlarında Doğu Karadeniz’de yaşanmış bu emperyalist kavga, bugünlerde bir başka Doğu Karadeniz kıyısında da yaşanmakta. Bağbozumu, halkların eline tutuşturulan bıçakların açtığı yaranın romanı. Bu yara kim bilir hangi diyarda, hangi coğrafyada, kitabın çok çarpıcı cümlesi, “Öldürme! Öldürdüğün yakının olabilir” ile kanamaya devam ediyor...

 

Ağustos 2008 / Akhisar

Rahim GÜR

 

                                 BAĞBOZUMU

 

    Yazarı: Şenol Yazıcı

    Yayın: Ada Kitap. Roman, 2006 / 222S, istanbul

Günümüzün teknolojik gelişmelerinin sunduğu seçenekler içerisinde okumaya yazmaya öylesine az bir sürem kaldı ki; ne yeni yazarları ne de yeni kitapları izleyebiliyorsunuz. Bunun acı sonuçlarını da marketlerde, kaldırım kenarlarında, sokak sergilerinde satılmaya çalışılan kitapları gördükçe yüreği eriyerek duyuyor has okuyucular. Çözüm düşündüğünüzde de; çok mu yazılıyor/yazılan okunmuyor mu/İnsanlar kitaba para ayıramıyor mu soruları takılıyor usunuza. Nedeni ne olursa olsun, bir kitap okumama yanlışı denli de kitap kirliliği var orta yerde. Bir gün bir dergide yazısı yayınlanmamış yazarın beş tane kitabı dolaşıyor ortalıkta. Bilgisayar ve tıpkıçekim kolaylıklarından yararlanarak her yazdığını sanan kendi kitabını basıyor. Kitap kirliliği yapmak istemeyen yazın emekçileri bakıp kalıyor olan bitene.

Böylesi ortamda okuyucunun seçmesi, iyi kitaba para ödemesi de zorlaşıyor. Gerçekten iyi yazılmış kitaplar da arada kâğıt fabrikalarına gidiyor. Okuyucuya ulaşamayan değerli kitabın yazarı da yazmaya küsüyor. Her yazar paranın, reklamın, özendirmelerin(Promosyon), sponsor( Yüklenici)  un korumasına girmek istemiyor.

Böyle karamsar bir günümde tanıştım Şenol Yazıcı’ nın Bağbozumu romanıyla. Bulanık sudan balık yakalamak örneği ulaştı elime Bağbozumu. Okuma, tanıtma, inceleme karmaşamda bir Bağbozumu.

93 Savaşı’ndan günümüze, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılan toplumsal kırılmalara yazarın verdiği bir imge BAĞBOZUMU. Bağ bozulur, geriye kalan yürekler acısı bir görünümdür içimizi dağlar, bağın yeniden görümlü görkemli olması için  uzun emek ve sürem ister, tam bağ güzelleşirken yeni bağ bozumu gelir, bağın ürünü toplanır,işe yaramayan her nen  kurda kuşa yem olur.Yazar bizi bu sürem içinde yaşadığımız toplumsal acıların nedeni ve niçiniyle yüzleşmeye çağırıyor. Çağırırken de, günümüze değin bize okullarda,medyada, söylenmeyenleri insancıl bir değerlendirmeyle sunuyor. Bize yanlış öğretilen çok nenin ardında söylenmeyen, söylenmesinde bir takım insanların çıkarlarının saklandığını ama bilinmesinde gelebilecek bağbozumları yaşamamak için bilinmesi gerekenlerin olduğunu söylüyor.

93 Savaşı’ndan Kenan Kırımı’na değişik bağbozumları anlatıldığından her bölümde bir başkişi öne çıkarılmış ama Yusuf tüm bölümlerin başkişisi durumunda. Direnişin, iyinin, kötünün, cesaretin, korkaklığın, acımanın, acımasızlığın, Kafkas halklarındaki arlığın(!),dinlerdeki öldür(me)me kavramının düğümlendiği, yoksullukla boyanmış tipidir. Babasından torununa uzanan bir baş kişiler dizisinin de imgesidir. Yusuf’un babası  Rum papaz, anası Gürcü Müslüman köylü, kızı geleneksel Karadeniz  töresini uygularken torunu devrimcidir. Yeğeni Faşist, ama birbirinin ipini çekecek denli de acımasız. Gümüşhane dağlarında ölüp kalan kaçakçı ile sokaklarda dilenen yaşlı kadının torunu devrimci hukukçu olma yolunda ölürken, tek mermisi kalan kişinin anarşist olamayacağını söyleyen yüzbaşı da insancıl bir subaydır aslında.

Bizim daha iyi bir yaşama biçimine ulaşmak için giriştiğimiz her sınıf atlama girişimimiz, bizim üstümüzün izin verebildiği dendedir. Aynı dağlarda, ovalarda yan yana yaşayan değişik dili konuşan ve değişik inançları olan insanlarının da yaşamdan bekledikleri bunlara benzer ülkeler gibi, emek harcamadan yaşamayı yeğleyenlerin çıkarlarına dokunulmadıkça da Bağbozumu’na gerek yoktur. Bozulan bağlardaki kökler yeniden filizlenip meyve vermeye

başlarsa kesmek, daha acımasız budamak ya da yeni bağlar kurmak gerekir. Kemalizm, bozulan bağdan umudu kesen kalkın oluşturduğu yepyeni bir bağdır ve değişik ağaçları da barındırarak gelişir. Ne erik, ne üzüm, ne gül bağıdır, her güzel biterin bağıdır. Bitenlerin hoş kokusu ve değişik ürünleriyle uğrunda ölünendir. Yurttur, yaşama alanıdır, varlık nedenimizdir ve yaşamalıdır.

Roman; bağbozumu, başkaldırı, hüzün ihanet, her son bir başlangıçtır, direkleri üzerine kurulmuş sağlam çatılı bir konak biçeminde kurulup örülmüş.

Bağbozumu; Dede Yusuf’un yaşamını anlatırken, Güney Kafkasya insanının da yaşama biçimini verir okuyucuya, Kaçakçılık, yapma tabanca ticareti, bağnazlık, acımasız toplumsal töreler, baskılar, kadın üzerinde uygulanan öldürücü güçlerin olumsuzluklarında bir yoksul aile. Kızı, anlatılmaz biçimde kendini öldüren dedenin, torununu büyütme ve okutma kavgasıdır anlatımın özü. “ Kimseyi öldürme, öldürdüğün baban olabilir.82y.”

Başkaldırı; Dedenin, Sümela manastırı yöresindeki halkların, giderek torunun, kendilerine dayatılanları yaşamamak uğruna başkaldırılarını anlatır. Geriye dönüşlerle, katmanlı anlatımlarla, Balkan, Anadolu, Kurtuluş Savaşı, ırkçı ve dinci ayaklanmalar, Sevr dayatmaları, Rum,Ermeni, Kürt Devleti beklentileri, Dersim, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül bağbozumlarının neden ve sonuçlarındaki yanılgılarımız da irdelenmesini gerçekleştiriyor. “Hoşça kal sevgili.143y”

Hüzün ve İhanet; Her dönemde yan yana yaşayan insanların, daha iyiye ulaşacağını umarak başladığı her başkaldırıda bağbozumuna uğramasının nedenleri arasında inandıklarına ihanet eden insanlar ve gelişmeler açılıyor. Babasına, eşine, dinine, halkına, akrabasına, sevgilisine, arkadaşına, düşüncelerine, inançlarına, inancı için girdiği savaşıma ihanet eden olay, olgu ve insan örneklerinden dudaklarınız uçukluyor. “ Dedesi bu düzlükteki kilisenin keşişiydi.”

Her son bir başlangıçtır; Bağbozumlarının toplamdan kalanların Kenan Kırımı günlerinde yeniden Bağbozumuna uğramasındaki katlanarak çoğalan ve karmaşıklaşan neden ve sonuçları irdeleyerek; kan dökmek en çabuk meyvesini veren bozumdur diyor. “ Ne kadar güçlü olursa olsun aslanın leşi, er geç karıncaya kalır.219y.” 

Anlatım üçüncü tekilden, betimleme, yer yer öyküleme biçimlerinde anlatılır. Konuşmalar olay ve kahramanların durumlarına uygun kısalıkta, vurgulamaları ve anlatıma yükledikleri tamamlayıcılıkla ilginç, anımsamalarla ve iç konuşmalarla da ülkemizin sivil tarihi yazılmaktadır. Gidiş gelişlerle Cumhuriyet tarihini, Kemalizm’in özünü ve devrimlerin algılanışını sezinlerken, dönemde yaşanan ilginç ayrıntıları da yakalamak olasıdır. Sürem ve uzam ilişkilerinden baktığımızda,  Güneykafkasya- Karadeniz, Sümele Manastırı  noktasından Anadolu’ya, Balkanlar’a, Ortadoğuya tutulmuş bir ışıldakta çok nen görebilirsiniz.

Anlatımda okuyucunun da tamamlamasını beklediği sıçramaların bilerek yapılmış olduğu duygusunu edindim.Dil konusunda yazar görüşlerini(85,86y) yanalda açıkça ortaya koyar, ama alışkanlıktan olsa gerek; (mesele, hissetmek, müthiş, emsal, sempati, sebeplenmek, ummaz, bedava, millet, muhabbet,melun, tercih,emanet, ihtiyaç, hesap,ihbar,şikayet, ihanet,memnun itibar, tuhaf, anormal, dair, felaket…vb..” sözcüklerinden de yakasını kurtaramaz. Bölgesel sözcükler (taraba, zozof,  kostel, parhana, sirhan, gendime, sarender, kelif, minzi, hartama, komar kofulu, mora, zibilanke, harak) okuyucunun tümcenin gelişinden anlamasına bırakılmış. (nen, dende) sözcükleri yerine oturmuş, yazardan iğreti alarak kullandım. Rıfat Ilgaz, H.izzetin Dinamo ve Sezai Sarıoğlu anlatımlarıyla tanımaya çalıştığım bölge diline daha da alışmaya başlamamı sağlaması açısından yararlı olduğunu da söylemeliyim. Soyutlama, anlam kayması, imgeler ve simgeler anlamı ve gizemi tamamlıyor. Açık, katmanlı ve geriye dönüşleriyle çağrışımları ve açıklayıcılıklarıyla olgun bir anlatıma ulaşılmıştır. Olayın kurgulanışından, anlatım ustalığından ayrı bir okuma tadı aldım. Jorge Amado tadını Karadeniz ıslaklığı, kokusu ve yeşilliğiyle duyumsadım.

Karadeniz’in en kuzey doğusundan bakılarak görülebilen, Pontus Rum düşlerinin ve devrimci görüntülerinin siyah beyaz anımsanan izlerini aktarıyor kitap.

Ucuz kahramanlık öykünmeleriyle anımsatılacak Kenan Kırımı yazması Bağbozumu günleri yaklaşırken, gündeme taşınmaya çalışılan bölgenin, kolbastının, yer adlarının anılmaya çalışılmasında amaçlanan yeni BAĞBOZUMU’ nun anlaşılmasında açkı olacaktır sayın Şenol Yazıcı’ nın yazdıkları.                                                       

Romanın has okuyucuyla tez buluşması ve değerini bulması dileğimle.

                                                                                                                                   

                                                                                             25 Ağustos 2009 / Ödemiş

bottom of page