ŞİMDİ GÜZ...
Kırılmış, derlenmiş, hasatı bitmiş, delik deşik yaralı, yorgun toprak, ipek bir şalla sarılmış parlak günleri ve gülümseyen güneşi görünce son bir gayretle yaşamaya çırpınır. Yağan ılık yağmurlarda unutulmuş tohumlar kabuğunda çatlar, filizlenir, hiç meyve olamayacakları çiçeklere dururlar, çimenler gözbebeği nazeninliğinde çok geçmeden buza keseceği bir yeşille yeniden delirir.
Oysa yüksek dağlara ilk kar yağmaya başlamıştır bile… Şimdi yol zamanı değil, ölme zamanıdır, bilmezler.
Bir yanında çoğalarak sonsuzluğa uzanmaya kararlı tohum dolu NAR, bir yanında kendi CENAZESİNİ kendi müziğiyle taşıyan SARARAN bir çınar YAPRAĞI… Mevsim GÜZdür.
.Hüzün yüklü bir hayranlıkla doğanın bu müthiş çelişkisindeki güzelliğe bakarken dehşetle algılarsınız ki, olmaz dediğiniz olmuştur; SİZ de artık O'sunuz. Kendi cenazesini taşıyan sararmış bir sonbahar yaprağı,ne yazık kı müziksiz...
Hadi Gülümseyin... Hasretini çektiğiniz aidiyet bu işte, herkes gitmeyecek mi bu dünyadan., şimdi hiçbir zaman olmadığı kadar kalabalıksınız,, şimdi yalnız değilsiniz...
Hadi itiraf edin, sizden önce dökülen her yaprak, ağacın ve dünyanın bir size kalacağını düşünüp olacak büyük saltanatınızdan ne kadar mutluydunuz. Dün, en sona kalma saadetinizden dolayı ne kadar şanslı, ne kadar zengin, ne kadar bahtiyardınız...
Oysa şimdi biliyorsunuz, sırada siz de varsınız, kaçamazsınız.
Salt yılın değil, ömrün de GÜZüdür bu, pastırma yazları ne denli uzun sürürse sürsün... Karınca ölmeye yakın kanatlanırmış ya ondandır dirilişi…
Bu mevsim var ya bu mevsim, insanı deli eder. Yüreğiniz yediği gelgitlerle kıyamet, ruh en manyağından bir şizofren hali. Her anınız kanatıcı bir muhasebe, KEŞKELERİNİZ delirmiş…Yine de her parlayan güneşte ben varım dikilişi...
Bir ömrü tüketerek, eşkıyadan haramîden, zenginden yoksuldan, hatta tüyü bitmemiş yetimden... çalarak çırparak, sözde ideal yaparak, hatta vatan millet, din adına diyerek, yığdığınız neyiniz varsa önünüzde... Şimdi nerede saklayacağınızı şaşırdığınız, koyacak yer bulamadığınız o değerlileriniz; O ÇÖPLÜK kadarsınız.
Arabanız, yatınız, katınız, çoğu çakma idealler için ölüme yolladığınız dostlarınız, ihanet ettiğiniz sevgilileriniz, uzun yol arkadaşlarınız... ne kadarsa O'sunuz... Her biri dişinizin kesmediği, elinizin ermediği, birer hayale dönen anılarınız kadar bir şeysiniz...
Belki kadınlar anlar, bu yaş en acıklı yaş sanki…
Ne ömrün yarısı mı?... Çoktan geçilmiştir o yol, ne yaşlılık ne ölüm, ne ayrılık; sadece tanımsız, garip mi garip bir yaş... Kim otuzbeşinde, hiç yaşlanmayacağını, ölmeyeceğini sandığı o yaşta, böyle yarasına tuz basılmış gibi, böyle sevdasına seherin erkeninden ecel gelmiş gibi hissetmiş ki hayatı?..
Artık hiçbir şey şaşırtıcı ve ürkütücü gözükmemeye başlarken, yani nihayet kâbus tüketmiş kendini, gelecek korkusu kalkmış, en büyük, en güzel, en kusursuz olma derdi, bir zamanlar öyleydimlerde kalmış, yaşamını özüne ayrıntıda yenilmez olmuşken, bir sigara kağıdı inceliğine döndüğünü ruhunuzun algılarsınız... Tüm bildiğinize ve kusursuzluğunuza karşın artık sizi ince bir yel bile yener... Kimse bilmese de artık eminsiniz; SİZ KÂĞITTAN BİR KAPLANSINIZ..
Şimdi görürsünüz, önce beyazlar kirlenir. Önce güzeller çirkinleşir, önce güçlüler, önce kahramanlar yenilir. Olması gerek ki önce, sonra yok olsun. Her şey sanılanın aksine kendiyle yarışır.
Şaşırır insan, silâh zoruyla dişinizi, saçınızı dökerek, bazen de yol arkadaşlarınızın her türlü hakkını çalarak bir ömür diyetiyle ele geçirebildiğiniz YAPABİLME yeteneğinizin elinizden hırsızlama alındığını algılamaktır bu. DEHŞET VERİCİDİR.
Artık tüm yaşıtlarınız gibi, tohuma kaçan her üretici çekirdek gibi, hiçbir zaman olmadığı dende çoğalmaya, kalmaya, kazık çakmaya uğraşırsınız... Sanki siz bugünle yarın arasında son köprüsünüz. Siz olmazsanız, görevinizi yapamazsanız, insanlık sona erecektir. Nedir o görev, bildiğiniz de yoktur ya hala... Bir ülke kurtarmak mı, bir kitap yazmak mı, kendinizi aşacağınızı sandığınız bir aşk, son bir aşk yaratmak mı, yoksa güneşin gözüne, ekmeğin özüne, yolun inişine, yatağın genişine gözünüzün hasretle meylettiği dar zamanların saadetini sürdürmek mi? Amerika'yı yeniden keşfetmek bile olabilir....
Ya da elinizde oltanız, kirlettiğiniz nehirlerin kıyısında olmayan balıkları bekleyen dikilen adamın en çok görülen heykeli olmak mı?
Müzeleşmeye uğraşırsınız.
Kimsenin bilet alıp girmeyeceği bir müze... Bir yanınız savaşmak ister. Oysa bir tane SPARTAKÜS vardır… Olsun sakın yılmayın. Montaigne ne der, her insanda insanlığın tüm halleri vardır. Yani sizin bir yanınız tarihin en büyük kahramanı Spartaküs'ü, bir yanınız yine tarihin en büyük orospusu Kleopetra'yı saklıyor... O halde, zamanın ellerinde un ufağına dönmeden biz de vardık, demek için son şans... Neden binlerce ağacı yok edip, yüzlerce küçük adamı ekmeksiz bırakıp, insanlığın salt parasal terimlere indirgendiği bir AVM yaptırıp kapısına adınızı kazıtmıyorsunuz?
Şimdi, düne kadar, çoğu ayrıntısından kaçtığınız ömrünüz, gençlik resimleriniz, anılarınız hortlar. Daha ötesi, mini etekleriniz, İspanyol paçalarınız, uzun saçlarınız; bütün kahramanlıklarınız ve alçaklıklarınız, hatta yüz yıl öncelerde kalmış sizin yerinize kasap Bahri'yi salt bonfile ve biftekleri için seçmiş sevgilileriniz; son hesapta kazandıklarınız ve kaybettikleriniz, bir muhasebe olarak değil, kime yararı varsa, işsiz bakkalın veresiye defterinden çalıntı bir döküm olarak dizilir, önünüze...
Korkmayın, delirmediniz. Kimseyi de ısırmazsınız, gazozla kandırıp... ya da teneşir paklamayacak sizi... Artık gerçekten yaşlanmaya geçtiğiniz son güzdür bu; ondan çok hüzünlüdür ve esriktir.
Ondan en çok kadınlar anlar... Onlar en çok bilirler, bir tohumun gizemini, biz kitabını yazsak da... ya da sansak da bildiğimizi...
Ama elinizdedir, geçmişe tutundukça ve hele o geçmiş anlamlıysa çokkkk uzun sürer gençliğiniz... Anlamı ise, AS'LOLAN YAŞAMAKTIR, ama önemliyse alacağınız not, siz değil, seyirci biçer o pahanızı...
Garip bir paradoks değil mi; başkalarını takmam, bildiğimi yaparım, dedikçe büyürsünüz, ama gerçek büyüklüğünüz başkalarının yargısıyla belirlenir. Çık işin içinden... Hadi belirle; DOĞRU nedir?
Zor değil aslında, çok da basit. Bildiğinizi okurdunuz ya işte o bildikleriniz ne kadar doğruysa o kadar büyük olacaksınız demektir, yani çapınız kadar...
Çünkü sonuçta siz, tek lüksü aklı ve vicdanı olan, o yüzden acı çeken, bir KEŞKELER ZENGİNİ olan insansınız...
Ve şimdi mevsim GÜZdür, yani keşkeler ve muhasebe zamanı… Yolu yok, yapacaksınız.
Boş verin, iyisi mi bir KİTAP yazın.