Şenol Yazıcı
Hayat En çok Hüznüyle Anlamlıdır.
Hayat en çok hüznüyle anlamlıdır, gelir bana. İlk duyumda öyle sansak da, şiddetle, acıyla, korkuyla dolu anlar değildir onlar, yaşarken mutlu olduğunuz, ama bir nedenle ayrıldığınız, belki hak etmiş, belki etmemiş, ama sonuç olarak elinizden kayıp gitmiş ya da gidecek, kalması olanaksız güzel anlardır, hüzünlü anlar,gerçekte. Hüznü duyumsamak engelleyemediğiniz zamanı daha çok hissetmenizi, beyninizin derinlerine iyice kazınmasını, anı daha çok yaşamınızı da sağlar. Öngörünüzün boyutudur öte yandan.
Örneğin gösterişli bir yazdan sonra sökün eden sonbahar, örneğin kızınızın düğünü, örneğin istemeden yitirdiğiniz bir arkadaşınızla karşılaşma , örneğin mutlu ve uzun bir ömürden sonra aranızdan ayrılan sevgili annenizi mezarına koyduğunuz an...
Bir dahası olmayan güzel zamanlarınızı altın varakla çerçevelemektir hüzün.
Üzüntülerinize değil, hüzünlerinize iyi sarılın, onlar ömrünüzün, size ne olduğunuzu anımsatacak, böylece dirilmenize katkıda bulunacak andaçları, sizi gülümsetecek ender mavi anlarıdır .
Ne kadar çoksa o denli güzel ve hissederek yaşadınız demektir.
***
Yıldız dolu bir gece, hava hanımeli, ıhlamur ve iğde kokusuyla yıkanırken, bir parkta gençlik aşkınızla karşılaşsanız ne yapardınız?
Talimliyseniz yapacak çok... Ben hüzünlendim. Genel eğilimin aksine bahara daha çok hüznü yakıştırırım.
Talimsizlerdenim ya da bir o derste sınıf geçemedim. Bakmayın siz, hile yapmıştım aslında, ben o dersten hiç geçmek istemedim ki... En bayıldığım haldir o sersemleten hüzün, yüreğimin ve aklımın unuttuğum ne kadar cebi varsa hepsini dolaşırken, hissettiklerimle yarı sarhoş, belki başka bir zaman göstermekten utanacağım, olabilecek en güzel insan halimin uyandığını, gözlerimden bile taştığını düşünürüm...
Eminim herkes bilir, aşkın yaşaması değil, oluşması ve anımsaması güzeldir. Herhalde onu yaşlanmaktan korumaya, genç ve diri tutmaya hiçbir zavallı insanın aklı ve yüreği yetmiyor da ondan diyorum.Benim karşıma çıkan gençlik aşkım, düşündüğünüz gibi değil, bir şarkıcıydı. karışılaşmamız milyonlarca olasılıktan biri bile değildi, ben onu severken. Şimdi bile onu böyle capcanlı etiyle kemiğiyle karşımda görmek inanılmaz geliyordu.
Bizim kuşağın gençlik idölüydü, kadife sesli , yakışıklı İspanyol şarkıcı... Salt olağanüstü sesiyle değil, Akdenizin şanslısına özgü içinden parlayan sağlıklı yakışıklılığıyla, o inanılmaz yaşam öyküsüyle de salt bizim değil tüm dünyanın sevgilisiydi tam adıyla Julio José Iglesias de la Cueva.
Julio Iglesias 1943'de Madrid'de doğmuş, şarkıcı, söz yazarıdır. 300 milyondan fazla satan albümleri 14 farklı dile çevrildi. Başarılı müzik kariyeri boyunca 2600'dan fazla platin ve altın plak sahibi oldu.
Gençliğinde Real Madrid genç takımında kaleci olarak oynayken 1963 yılında geçirdiği trafik kazası sonrasında doktorlar bir daha yürüyemeyeceğini düşünseler de sağlığına babasının armağanı gitara sarılarak kavuşmuştur.
1971'de Isabel Preysler ile evlenmiş ve Chabeli Iglesias, Julio Iglesias, Jr., Enrique Iglesias, Enrique şimdi babasının izinden yürüyen şarkıcı olsa gerek, adlarını taşıyan 3 çocuk sahibi olmuş, 1979 yılında boşanmıştır. 1981 yılında babası Julio Iglesias Puga, Sr Bask teröristleri tarafından kaçırıldı fakat 2 hafta sonra canlı olarak bulundu. 2010'da 20 yıl süren ilişkilerinin ardından Miranda Rijnsburger ile evlenmiştir. Çiftin 3 oğlu ve ikiz kızları olmuştu.
Ben onu Ankara'ya üniversite için geldiğimde, şimdi başka bir değerli hüzün heykelim olarak aklımın sandığında en güzel koşede sakladığım ilkgençlik sevgilimle birlikte tanımıştım. Şimdi herhalde yaşlanmıştır artık, ne işimize yarar ki diye düşündüğümüzden mi ya da artık biz sadakati ezberimizden silmiş , keşfetmenin dayanılmaz hazzıyla başka sevgililer bulmuş olmamızdan mı, yoksa yaşam gailesinin bizi boğmasından mı, Julio Iglesias müzik arşivimizde giderek daha az yer alır olmuştu..
Sonra inanılmaz bir şey oldu. Julio'yu hiç aklımda değilken bir bahar akşamı, gökyüzü yıldız yağarken ve hava hanımeli, iğde ve ıhlamur kokularıyla yıkanırken Bursa Kültür Park'ta kollarımın arasında bulacaktım. Herhalde bayılmayayım diye bir de bana şarkı söylüyordu, o latin yüzünde geniş bir gülümsemeyle... İnanmadınız değil mi? Aradan birkaç yıl geçmiş olsa da ben bile o muhteşem rastlantıya, Tanrı beni bu kadar sevmez diyerek hala inanmazken, doğal sizin haliniz... Ama oydu. Birkaç yüz kişinin ancak yer bulabildiği açık hava konserine ağlamama, sızlamama dayanamayan bir polis ablanın yufka kalbine sığınıp zor girmiştim ve onu bir saate yakın dinlemiştim. Ne mi hissetmiştim?
Çok hüzünlendim.
Gözlerim yaşararak izlediğim Julio'nun sesi yine öyle muhteşem bir bordo kadifeydi. Yanık tenini en iyi gösteren koyu renklerin, siyah ya da laciverdin içine beyaz giyerdi, gene öyleydi. Hala çok yakışıklıydı. Ne var ki ben onu gençken sevmiştim, o hali arıyordum. Başkalarıyla yarışmak ciddi bir sorun değildir, ama kimsenin ölenlerle ve kendi gençliğiyle yarışma şansı yoktur, elbette onun da... Bedeni zamandan nasibini almıştı, neonların loş aydınlığında bile ellerindeki ışığı yutan yaşlanmayı , hareketlerine çöken ağırbaşlılığı görebiliyordum. Tanrının onu muaf tutacağını, zamandan etkilenmeyeceğini düşünüyormuşum demek ki... Bana bütün gençliğimi şarkılarıyla gezdirirken, ne çok şey yaşadığımı düşünüp, henüz hissetmediğim ya da kabule yanaşmadığım yaşlılığın tam kapının önünde, ete kemiğe bürünmüş beni de beklediğini dehşetli bir hüzünle hissedecektim. Gençlik aşkım son bir iyilik yapmıştı bana. Kapıdan çıkarken, hüznüm dağlar kadar olsa da yaşlanmak bana o denli girilmez bir ülke gibi gelmiyor, tanımlayamasam da bir güzel yanı olduğunu, bir şey kattığını hissediyordum.
Elbette her insan kaçınılmaz bir biçimde yaşlanıyordu, ama kimi insanlar ölüme bile güzel gideceklerdi. Julio onlardan biriydi.
Hadi aşağıdaki adrese tıklayın, dinleyin ve siz karar verin, Julio yaşlanır mı? Bin yaşında olsa bile...
Sanmam ki böylelerinin yaşı insan yılıyla ölçülsün...
Şenol Yazıcı, Temmuz 2009