top of page

 

Orhan Pamuk, Garip bir Algı Operasyonu ve Doğan Ödülü…

 

           Şenol Yazıcı

 

Nobelli yazarımız Orhan Pamuk, Doğan Vakfı'nın ödülünü de aldı.

 

Şaşırdınız mı? Niye ki? 

Nobel günlerinde Hürriyet gazetesinde Orhan Pamuk'la ilgili yazılanlar mı aklınıza geldi?..

 

Daha neler, burası Türkiye... Burada hiçbir yerleşik siyaset, tavır ve ilke on yıldan fazla yaşayamaz... HEM TAVIR İLKE, SİYASET, TUTARLILIK  NE Kİ? Altyapısı olan, evrensel paydası bulunan, bilinçle edinilmiş kazanımlar olsalar belki. Onlar sıra vatandaşa konulan uyması zorunlu yol işaretleridir,  geçiş üstünlüğü olan egemen güçlere değil...

 

Aslında  takdir etmeli,  bu ülkede yaşıyorsan, mevsimine, geleneğe güvenip de tarlana yağmur yağsın diye umut etmeyeceksin, tarlanı yağmurun yağdığı yere taşımayı bileceksin...

*

1952 doğumlu Orhan Pamuk önce resimle ilgiliydi.  Galiba 1978'de Antalya'da bir öyküyle dereceye girdi. Ardından 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

 

Sonrası...

Erdal Öz'ün yayınevinden çıkan kitapları üzerine hemen hemen hepsi olumsuz yüzlerce, binlerce  yazı yazıldı geçen süreçte. 

 

Kişisel tanışıklığımla da söyleyebilirim, Erdal Öz, sadece hukuk mezunu, iyi bir yazar, iyi bir devrimci değil aynı zamanda işini çok iyi bilen becerikli bir adamdı. Elli  yaşında başladığı yayıncılığı kısa sürede ülkenin bir numarası marka yapmayı başarmış adamdı. Tuttuğunu altın eden ÖZ, kitap hak etmese de satabilmek için yayınladığı kitap üzerine birkaç olumlu  yazı yazdıramaz mıydı birine deyip de?.. İma etse onlarcası çıkardı, âlâsını yapacak... Ama denilebilir ki Orhan Pamuk yazıları üzerine uzun bir süreç olumlu tek bir yazı yazılmadı, güzel söz söylenmedi,  ama çok,  gerçekten hiçbir yazar üzerine olmadığı dende çok yazı yazıldı, karalayan, batıran...

 

80'li yılların ortalarında aynı zamanda Yaşar Kemal'in de arkadaşı olan Erdal Öz'ün " YENİ YAŞAR KEMAL'İ " yaratma operasyonundan  söz edilecekti. Çok yazıldı, güya aday romancı Orhan Pamuk'tu. Doğru mu değil mi bilinmez, ama ters eğitimle Pamuk inanılmaz hızla yükseldi.

 

Orhan Pamuk, emsalleri çok, tarzını  arayan yüzlerce yetenekli genç yazardan biriydi sadece. Ne var ki eleştirel yaklaşımdaki olumsuz doza bakılırsa  sanki öyle değil de ülkenin namusuna el uzatan bir haindi. Elbette karalamalar kişiliğine değil yapıtınaydı, ama çok acımasızdı.  Ünlüsü ünsüzü, sağcısı solcusu hemen herkes her çıkan kitabına sözleşmişler gibi en insafsız yakıştırmalarla saldırdılar. Emsallerine göre hayli pahalı bir kitabını alıp da okumamış olanlar da eğilimi bozmadı, ağız birliği edip Pamuk'un kitaplarını yerini dibine soktu durdu. Bir yazar, yüzlerce sayfa yazı, o kadar kitap yazar da birini beğenen çıkmaz mı? Yok, o dönem Orhan Pamuk'un bir kitabıyla ilgili değil tek bir olumlu söz söylemek, duymak mümkün değildi.

Ne garip! Olumsuz şeyler yazıldıkça yazarın ünü arttı, herkesin bildiği yazar haline gelirken, kitapları çoksatar, yayınevi baskı yetiştiremez oldu. Çıkıp sokağa sorsanız toplumun yüzde ellisinin oyunu alan AKP ye oy verdiğini söyleyecek birini zor bulursunuz, onun gibi Orhan Pamuk’un kitaplarını alıp da keyifle okuduğunu söyleyecek kimseyi bulamazken hem de…

 

Sadece yazarlar, köşe yazarları değil gazeteler de tavırlıydı PAMUK'a... Başta Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet olmak üzere hepsi  Orhan Pamuk'la uğraşıyordu. Hürriyet gazetesi yazarı Murat Bardakçı, 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile sahtecilik ve intihal ile suçlayacaktı yazarı. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıydı. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir.

 

Anımsamalı, Benim Adım Kırmızı daha yayınlanmadan üzerine televizyon programları yapılan kitaplarındandır PAMUK'un... Söylentilere göre aileden zengin Pamuk, parasını tıkır tıkır  sayıp kanal tutup program yapmıştır kitabına... Yapacak elbet, reklamsız kim bilir kitabını?.. Ama intihalliği aşikar  bir kitabı böylesine herkesin gözüne sokacak biçimde ortaya koyacak kadar saf mıdır, Orhan Pamuk,  diye düşünmeden edemiyorsunuz.

 

Yazarın Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. " beyanatı ciddi bir cıkıştı. Çünkü o zamana değin siyasetle pek ilgisi yoktu Pamuk'un... Bu muhalif tavırdan önemlisi sözüne eklediği meydan okuyan ekti. "Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi..." açıklaması hayli delikanlıcaydı. Hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı. dava ertelendi. Ama daha önemli bir şeye neden oldu, kültür sanat çevrelerinde tanınan bilinen ve yeterince sevmeyeni olan yazar, bu kez tüm ulusça tanınır bilinir ve elbette yaygın biçimde suçlanır hale geldi. Bu sözü muhalif görüşlü yüzlerce insan her gün bir nedenle söyleyebilir, karşıtları yanıtını verir, belki mahkemelik de olur, ama kimseye itibar sağlamazken, Orhan Pamuk'un gafleti gündeme bomba gibi düştü ve yankılana yankılana büyü(tül)dü, bir yanıyla kahramanlığa döndü. 

 

AB ve uluslararası güçlerinde devreye girdiği  sürecin sonunda Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.

 

O güne değin siyasi imajı olmayan Post Modernist Yazar, Soljenitsin vari bir muhalif olarak görülmeye başlanacaktı, özellikle BATI’DA. ABnin de devreye girip savunduğu  muhalifi, iktidarın da cezalandırma niyeti yoktu ki dava kısa sürede düştü. ZATEN dikkat edilirse onun muhalifliği  iktidara itiraz, savunması da mazlumlara taraf değildi. Onun muhalifliği,  sahibi olmayan bir egemene belki sisteme karşıydı, belki o da değil ortaya edilmiş bir söz gibiydi.  Ermeni Tehciri'yle Osmanlıyı da niye işe karıştırmıştı, koca yazar Cumhuriyetin imparatorlukla organik bir bağının kalmadığını bilmez miydi, yok toplu bir hesaplaşmanın sözcüsüyse daha eskilere gidip Babai İsyanlarının zalimce  bastırılmasına niye değinmemişti,  anlaşılamamıştı ama tavır elbette ortak sese aykırıydı.

 

Aslında bu açıklama üzerinde sözün balistik  uzmanları derin dursa, Orhan Pamuk'un belki en başarısız, kötü, en amaçsız, en boş, en anlamsız... cümlesi olarak seçilirdi, ama öyle olmadı, yazara büyük bir farkındalık yarattı ve  batının gözüne ayakkabılarını çıkarmadan sokmaya yetti. 

             

Ekim 2006'da Nobel Ödül  Komitesi “2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.” açıklamasını yaptı.

 

En son ülkeyi kendi deyişiyle "hıyar gibi ikiye bölmekle" suçlanıp ve  aklanan yaşamı boyunca muhalif, ortaya çıktığı günden beri herkesçe beğenilen  efsane romancı Yaşar Kemal Nobel'i alır diye umuluyordu, ama görünen salt muhaliflik, iyi yazarlık  yetmiyordu. 

 

Belki amaç bu değildi, belki kendiliğinden dönüşmüştü, ama sonuç olarak bu bize hiç benzemeyen, çok yeni, belki de en postmodernist algı operasyonu amacına ulaşmıştı.

 

Görünen tablo da Orhan pamuk ülkesinde sevilmeyen, beğenilmeyen, hatta hiç okunmayan, ama ulularası arenada çok değerli ünlü ve artık çok zengin bir edebiyatçıydı.

Türkçe bir yazarın Nobel'le ödüllendirilmesi gibi mucizevi bir sonuç bile kimseyi ne şaşırttı ne durdurdu.  Herkes kızdı, bağırdı çağırdı. Başta Ertuğrul Özkök olmak üzere Hürriyet gazetesi  yazarlarının hemen hemen tamamı, 2006'da Pamuk'u yerden yere vurmuştu. Söz konusu dönemde Hürriyet'te yazan Emin Çölaşan şu ifadeleri kullanmıştı: "TC Kimlik numaralı yazarımız Nobel alabilmek için esti gürledi. 'Bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt kestik' dedi. Sonunda ödülü kapmayı başardı." Pamuk'un Nobel ödül töreninde konuşma yapacağı gün ise Hürriyet, "Ödül edebi, izleyenler siyasi" sürmanşetiyle çıkmıştı.

 

Ülkesinde beklediği alkışı göremeyince Pamuk, hayal kırıklığını  az da olsa ifade etmişse de takıntı yapmamış, hatta bir ara başka bir ülkeye yerleşmeyi düşündüğü gibi söylentiler yayılmasından öte de bir protesto eylemine kalkışmamıştı. Zaten bir uzak ülkede üniversitelerde ders veriyor, fransız nişanlarıyla ödüllendiriliyor, kitabı dünya dillerine çevriliyor ve çok satıyordu artık. Türkiye'nin alkışı  çok önemli olamazdı.

 

Sonraki yıllarda birkaç kitap daha yazdı , gariptir kimse hakkında olumsuz bir şey yazmadı, hatta  olumlu söz eden birkaç cılız ses çıkmışsa da Pamuk,  Nobel öncesi gibi gündem olamadı bir daha...

 

Dokuz yıl geçmiş aradan, PAMUK sıkılmaya başlamıştır artık.

 

Son günlerde iktidara eleştirel yaklaşan Pamuk, bu kez başka bir sürpriz yaptı. HÜRRİYET gazetesinin de aralarında bulunduğu çok sayıda basın yayın kuruluşu olan, her yıl ödüller dağıtan  Doğan Vakfı  bu kez ödülü  ona verdi. Orhan Pamuk da "insanın ülkesinde ödül almasının tadı bir başka..." dedi.

 

Şaşırdınız mı? Niye ki?

Nobel günlerinde Ertuğrul Özkök'ün, Pamuk'un Nobel almasına tam olarak sevinemediğini, iki farklı duyguyu bir arada yaşadığını belirtmesi, Özdemir İnce ise grubun kanalında yaptığı konuşmada, "Pamuk sıradan bir yazardır. Türkiye satışa çıkarılmıştır. Bundan utanç duyuyorum" sözleri gibileri  anımsayarak mı? 

 

Daha neler, burası Türkiye... Burada hiçbir  siyaset, tavır ve ilke on yıldan uzun ömürlü olmaz...

 

Aslında  takdir etmeli,  bu ülkede yaşıyorsan, mevsimine, geleneğe güvenip de tarlana yağmur yağsın diye umut etmeyeceksin, tarlanı yağmurun yağdığı yere taşımayı bileceksin...

 

Acaba birileri  çıkıp  benim yazdıklarımı da sistemli biçimde kötüleyebilir mi, her gün?..

                                                                                                                                  ŞENOL YAZICI

                                                                                                                                  22.02.2015

 

bottom of page