top of page

Ahmet Özer  ve Eşi     -       Eşi ve Hidayet Karakuş - Şenol Yazıcı - Halim Yazıcı ve eşi - Fadime Y.Karoğlu ve eşi - Gülgün Çako ve eşi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

Yalova’da Edebiyat Günleri

          Hidayet KARAKUŞ


Her kentte bir savaşçı vardır. İyinin, doğrunun, sanatın savaşçısı. Onlar, kentlerine sanat koklatmak isterler, kültürel etkinliklerle için için bir arayışla bunalan topluma seçenekler sunmak isterler. Belki büyük kalabalıklara ulaşamazlar; belki dilediklerini söyleyemezler, belki içten içe kırılırlar ama yine de sanata tutunan insanların vazgeçmeyişi gibi bırakmazlar ipin ucunu. Bu yıl olmazsa gelecek yıl, gelecek yıl olmazsa sonraki yıllara taşırlar umutlarını.
Savaşçıların ekonomik güçleri yetmez kocaman bir edebiyat, sanat etkinlikleri düzenlemeye. Bunun için kimi zaman il, ilçe yöneticilerinin kapısını çalarlar kimi zaman da belediyelerin. Belediyeler, düşünsel olarak sanata yatkın olmasa da uzak da değildir belki. Ya da ne kadar yadırgı bir durumla karşılaştıklarını düşünür, pek ilgilenmezler, dahası böyle bir isteği anlamsız da bulabilirler.


Ne istemiştir sanat savaşımcısı, sanat gönüllüsü arkadaş?
Birkaç yazar, ozan, ressam belki, belki de müzik insanı… 
Kimi belediye yetkilisi inanmasa da gönülsüzce şöyle diyecektir: 
“Peki, bir deneyelim, bizim halkımız böyle şeyleri bilmez de sevmez de, ama…”
Halk belirleyicidir. Önemli olan halkın ne istediğidir. Okuyanın, yazanın, gece gündüz sanatla uğraşanın becerisi, kendilerine sunacağı yeni bir dünya onun için anlamsızdır, önemli de değildir. Alıştıkları bir dünyayı vermek gerekir onlara. Alıştıkları türküleri, şarkıcıları, onların sanatçı bildiği televizyon yıldızlarını getirmek gerekir.
Yazara ne gerek var? Onun dili halka ne kadar uzaktır kim bilir!
Ozan, halk ozanı mıdır acaba? Yoksa şimdilerde şairlere de ozan diyor kimi yeniciler. Sorsam mı bu Don Kişot’a? Yooo! En iyisi hem sanattan yana görünmek hem denemek için arkadaşın istediğini yapmaktır doğrusu. Hem bilisizliğim çıkmasın ortaya. Belki bunda da vardır bir keramet!
Anlaşırlar sonunda. Konaklamaları, ağırlamaları belediye ya da kaymakamlık, valilik üstlenecektir. Yazarların, ozanların seçimi, konuşacakları konular sanat savaşımcısı arkadaşın kaleminden çıkacak bir izlenceye dönüşüp, yetkililerin eline verilecektir.
Aydın olmak öncü olmak değil midir? Yetkililerin önünde aydınlatıcı olmak, kentlere yeni düşünceleri anlatmak, göstermek, doğrunun, güzelin, iyinin savaşımı adına gereklidir bu.
Öyle büyük istekler değildir bunlar. Hani bir geceliğine kente gelip avuç dolusu para alan şarkıcılar gibi para da istemez yazarlar, ozanlar. Hem zaten isteseler ne yazar?
Onların izlencelerine kentten parasal katkıda bulunarak kendi reklâmını yaptıracak esnaf, işadamı yoktur ki!
Onlar yine de sanatın çağrısına kulaklarını tıkayamazlar. Siren kayalıklarından gelen sestir sanatın sesi onlara göre. Uzaklardan, yakından, kendi işlerini bir kıyıya bırakarak koşarlar. Kültür ölmesin, sanat yaşasın yeter ki!

Uzattığımın ayırdındayım, sözü Yalova’ya getireceğim. 


Orada edebiyat adına, kültür adına bulunduğumuz iki günde nasıl da coşkulu, nasıl da doğru, güzel şeyler söylendiğini anlatacağım. Ne ki hemen her yerde olduğu gibi orada da bu güzel doğruları dinleyen pek yoktu.
Bunda kimsenin suçu yok. Suçlu aramak gerekirse eğitimde aranmalı. Bunda edebiyatı, kültürel etkinlikleri bir gereksinme olarak duyumsatmayan, dahası onu para getirmeyen gereksiz, boş zaman işi gören kafaların yönettiği eğitim dizgesinin büyük suçu var. Çocuk ekmeğin peşinde nasıl koşarsa öykünün, romanın, şiirin, müziğin, resmin, halk oyunlarının… peşinde öyle koşmalıdır. Bunları, okul verecek, okul sevdirecektir. Bizim koşa koşa oraya buraya gitmelerimiz, birkaç kişiye anlatmalarımız hiçbir işe yaramıyor mu? Yarıyor. Yarına bir köprü olur diye düşünüyorum. Ötesi sonuçsuz bir çaba… Ancak göç gide gide düzelir, der halkımız. Bir etkinlik başlar başlamaz büyük kalabalıklar toplayamaz. Televizyonların, basının pompaladığı bir durum yoksa ortada, hep böyle ‘azınlık’ duygusuyla başlar toplantılar.


İzmir’de sıkça anlattığım bir TÜYAP Kitap Fuarı öykücüğü vardır. Hangi kitap fuarı olduğu önemli değil. Her yerde yaşanabilir böylesi.
Fuarda düzenlenen izlencenin saati gelmiş, konuşmacı kürsüye çıkmış. Salonda bir kişi… Saatine bakmış, içinden, “Ben gelen bir kişi de olsa, saygı duyarım. Vaktinde başlarım” demiş. Notlarını çıkarmış, başlamış konuşmaya. O, büyük bir dikkatle konuşmuş, salondaki kişi de büyük bir sabırla dinlemiş sonuna kadar. Konuşmacı, söyleyecekleri bitince notlarını toplamış, salonun tek dinleyicisine dönerek;
“Size teşekkür ederim. Beni sabırla dinlediniz” deyince öteki boynunu bükmüş:
“Efendim, ben sizden sonraki konuşmacıyım.”

Bursa’da Mavi Ada Dergisi’ni yayımlayan Şenol Yazıcı bu Don Kişotlardan biri.
Yalova Belediyesi’ni bu etkinlikleri yapmanın gerekliliğine inandıran da o.

Aslında Yalova Belediyesi, pek çok sanatsal etkinlik düzenliyor. Halk Müziği konserleri, resim sergileri, tiyatrolar, gölge oyunu gösterileri, konferanslar…
Şenol Yazıcı’nın düzenlediği Şairler Buluşması/Yazarlar Buluşması biçiminde adlandırılmıştı afişlerde. Güzel bir aylık etkinlikler izlencesi bastırılmıştı. Etkinliklere katılacak sanatçıların, konuşmacıların, tiyatrocuların fotoğrafları, etkinliklerin günü, yeri, saati yer alıyordu kitapçıkta.
Yalova’da 14 Mayıs 2010 Cuma günü bizi otogardan alan Sinan Çolak dostumuz, nazikçe bize o akşam sunulacak olan İbrahim Sadri’nin Şiir Dinletisi’ne gidebileceğimizi söyledi. 
“Bağışlayın, Sadri’yi dinleyemeyeceğiz” dedim.
Doğrusu İbrahim Sadri’nin sesi güzel, ama şiiri bildiğini söylemek benim için kolay değil. Okuması da tekdüze. Eline düzyazı verin, size şiir gibi okuyuversin. Duygu tonu ağır bir sesle dinlediğinizi gerçekten şiir sanabilirsiniz.
Ertesi gün bir ara, konusu olunca bir milyon şiir kaseti sattığı anlatıldı. Niye satmasın? Arabesk şarkı satılır da arabesk şiir satılmaz mı? Hele televizyon ekranlarında bir ilgi yakalamış, acılarını düz söylemlerle şiirleştirdiğini sanan insanların kulağına duygulu sözler üflemişse kanmak o kadar zor mu?

Sinan Bey, bizi otele bıraktıktan sonra etkinliğin öteki izlenceleriyle ilgilenmeye gitti. 

15 Mayıs Cumartesi günü Yaralı Bir Kentin Işıyan Yüzü üst başlığıyla Şairler Buluşması’nda Hangi Şiir konuşuldu.

Program sunumunu öykücü Fadime Karoğlu’ nun yaptığı etkinlikte konuşmacılar Ayten Mutlu, Ahmet Özer, Halim Yazıcı, Gülgün Çako’ydu.
Şiiri şiir yapan değerler tartışıldı. 
Ahmet Özer, edebiyatın, şiirin birikiminden söz etti; Paris’te o kent için yazdığı güzel şiiri okudu. 
Ayten Mutlu, Uzun Gemide Akşam kitabından şiirler okuyarak şiirin, edebiyatın gönümüzdeki konumunu dile getirdi. 
Halim Yazıcı, bir şiiri nasıl yazdığını, nelerden etkilendiğini anlattı. Şiirlerinden örnekler okudu.
Oturumu yöneten Gülgün Çako da son kitabı Ay Perisi’nden şiirler okudu.


Şiirin bir üstdil olduğu hep söylenir. Fazla sözcüğün şiirlere yük olduğu, şairin söylemek istediğini her şiirde, yeni bir duygu, yeni düşünce, taze bir imgeyle anlatması gerektiği bilinir. Bir de şiirin güzel söylem değil, yaşama, güne, geleceğe ilişkin saptamaları, sezgileri olacaktır. 
Kaçak güreşen, gizlenen bireyin çok özel duyguları dışında imgelere boğulmuş, altı boş güzel söz demetleriyle şiirin hiçbir şey söylemeyeceği de vurgulandı o gün.

16 Mayıs Pazar günü Yaralı Kentin Işıyan Yüzü’nde Yazarlar Buluşması’nın alt başlığı bu kez Hangi Kültür, Hangi Edebiyat’tı. Programın sunumu gene Fadime Karoğlu yaptı.
Şenol Yazıcı’nın yönettiği oturumda Burhan Günel, İhsan Topçu, ben vardık.
Yalova Belediyesi ile bu etkinliği ortaklaşa düzenleyen Mavi Ada Dergisi’nin yönetmeni Şenol Yazıcı, konuşmasının başında salonda umduğu dinleyici kitlesini bulamamaktan gelen düş kırıklığıyla sitem etti. Sözünün devamında güçlenen kapitalizmin dayattığı küreselleşmenin azgelişmiş ulusların kafasını karıştırdığını, rota çizmelerini engellediğini belirtip toplumun düşünce atölyesi olan edebiyata yeni yönelişlerin belirlenmesinde çok iş düştüğüne değindi.
Burhan Günel, edebiyata dadanan kapitalizmin, edebiyatı da kendine bağlamak istediğine değindi. Küreselleşme patronlarının kendilerine bağlı, yazdıklarıyla gerçekleri bulandırarak toplumları uyutmayı hedeflediklerinden söz etti. 
Ben, edebiyatın temel gerçeğinin dil olduğunu, yazarların, ozanların kullandıkları ulusal dili hem geliştirmek, hem de geleceğe güzel taşımak, doğru ulaştırmakla görevli olduklarını belirttim. Dilimizin küresel dil olan İngilizcenin baskısı altında olduğunu vurguladım.
İhsan Topçu, yazıp hazırladığı konuşmasından şiirin, öykünün, romanın kime hizmet etmesi gerektiğini okudu..

Yukarıda da değindiğim dinleyici azlığına, böyle durumlara hazırlıklı olmak zorundayız. Gerçek edebiyat erleri, her zaman azınlıkta olacaktır. Bunu unutmamalı.
Yalova Belediyesi’nin konukseverliği için söylenecek söz bulamıyorum. Son derece zarif, saygılı ve sevecendiler. 
Belediyeden Sinan Çolak, Cengiz Karoğlu, sürücümüz Sezer Bey, konukların yaşamöykülerini ışınçalarla düzenleyen Metin Kar çok sıcak, çok dosttular.
Bu tür etkinliklerde özellikle akşam sofraları gerçek edebiyat şölenine dönüşüyor. Hele Ahmet Özer gibi her gittiği yerde her şeyi not eden bir meraklı beyin varsa, onu da Azerbaycan’daki şölenlere bakarak masa beyi seçerseniz, değmeyin keyfine…
Kuşadası’nda da iki güzel akşam yaşamıştık şiirlerle, türkülerle…

Bu arada halk ozanı başkan yardımcısı Hikmet Yavuz’u anmalıyım. Birtakım etkinliklerde şiirlerini okuyan, kimi şiirleri bestelenen Yavuz, yaptığı her işi yurt sevgisiyle yapıyor. Yurdunu seven, ülkesini düşünen kim olursa sağcı solcu ayırmayan bu insanı sevdim. Etkinliğin son gününde son ana değin bizim yanımızdaydı, bizi ağırlamak için uğraştı.


Yalova’daki etkinlikler gelecek yıllarda hedefini yakalayacak, Yalovalıların kaçırmak istemeyecekleri izlenceler olacaktır; buna inanıyorum. Bu işin öncülüğünü yapan Şenol Yazıcı gibi aydınlar var oldukça sanat da edebiyat da ayakta kalacak, toplumsal yozlaşmaya bir yerde dur diyecektir.
Sözü bağlamadan Yalova’da gezdiğimizde hayran olduğumuz Termal’le Atatürk’ümüzün Yürüyen Köşk’ünü daha gitmeden merak etmiş, görmek istemiştik. Yalova’da, “Yalova benim şehrimdir,” diyen Atatürk’ün havasını soluduk. Yürüyen Köşk’te onun alçakgönüllü, bütün gösterişlerden uzak küçücük bir ev yaptırdığını, bir çınarın dalı kesilmesin diye yapılmış evi 4 metre 80 santimetre çınardan uzaklaştırdığını biliyordum. Bu çalışmalar için nasıl iş bilir, becerili, bilinçli insanları seçtiğini de yapılan çalışmalar aşama aşama gösteren fotoğraflarından anlıyor insan.

Bu arada sahildeki Çınarlı Yol, öteki adıyla yanılmıyorsam Gazi Caddesi’nde yürümenin insanı dinlendirmeye yettiğinden söz etmeden geçmeyeyim.

Edebiyat her şeyin tadına bakar, koklar, dokunur; başka türlü edebiyat olur muydu?


İzmir, Mayıs 2010

 

maviADA dergisi, 18.sayı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

                                          Yalova’da Sanatın Işığında


                                                                          Ahmet ÖZER

 

 




Yalova ve çevresi, 1999 depreminde büyük acılar yaşadı.


Yıkılan evler, sönen ocaklar, dinmeyen acılar kaldı geride. Her yaştan ölümlerin bıraktığı hüznü giderebilmek için neler yapılabilir diye çok kişi yüreğini koydu ortaya. Atatürk’ün “benim kentim” dediği bu güzelim coğrafya, kendi haline bırakılma-malıydı. Yıkılan yapıların yerini yenileri alırken, ortaya çıkan büyük enkaz kaldırılırken, insanın yitimiyle boy veren acıların da sarılması gerekiyordu.


Acılar acılarımızdı.
Onların dinmesi için en etkili ilaç da hiç kuşkusuz sanattı, yazındı, dildi, şiirdi.
Büyük acılara karşı durabilmenin temelinde, sanatın o büyülü gücü vardı.
maviADA  Dergisi ve Yalova Belediyesi’nin işbirliğiyle mayıs ayında bir dizi etkinlik gerçekleştirildi bu “yaralı kent”te.
Yıllar sonra Yalova’da düzenlenen etkinlik, belki de yaşama yeniden tutunmanın, dünyaya güzellik penceresinden bak-manın ifadesiydi.
2 Mayıs’tan 27 Mayıs’a uzanan etkinliklerin iki günü, yazının güzelliklerine ayrılmıştı. 15 Mayıs’ta “Şairler Buluşması”, 16 Mayıs’ta “Yazarlar Buluşması” Yalova Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde paylaşılan coşkunun bir ifadesiydi.
Sergilerden, oyunlara, konserlerden konferanslara uzanan bir dizi etkinliğin yazın bölümü bir değerli arkadaşımızın maviADA dergisi genel yayın yönetmeni sevgili Şenol Yazıcı’nın büyük emeğinin bir göstergesidir diyebilirim.

Yazıcı’nın bu iki etkinlik için günler süren emeğinin tanığıyım.


Yapılması gereken neydi?


Tek sözcükle ifade edersek; bu, yazının gücünü ortaya koymaktı; çünkü yazın bir dil olgusuydu. İnsan ne yaparsa yap-sın eylemini diliyle ifade etme konumundaydı.
Yalova’da dilden yazına, yazından doğaya bir yolculuk yaptık.
Ankara’dan hareketimiz gecenin bir vaktinde Yalova’da sonuçlandı. Şenol Yazıcı arkadaşımız hep yanı başımızdaydı.
Baharın güzelliği kendini içten içe duyumsatıyordu. Karşımızda karanlık bir deniz uzanıyordu. 
Birkaç dakika sonra etkinliklerde görev alan arkadaşlar ve Yalova milletvekili Muharrem İnce’yle bir çay içimi söyleştik. Öğretmen kökenli İnce, mübadiller konusunda araştırmalar yaptığını, bu topraklarda yaşanan göçlerin toplumsal sorunlarını irdelediğini vurguladı.


Kimi kentlerde uygulama otelleri, kente gelen konuklar için tam da biçilmiş kaftan oluyor.
Biz de buradaki otele yerleştik.
Yatmadan önce perdeyi aralayıp balkon kapısını açtım. Karşıda akıp giden suyun bir köşesinden kurbağalar vıraklıyordu. Ne çok severim kurbağa seslerini. Suyun güzelliğini bir başka biçimde anlatır bize bu sesler.
Sabahla Yalova daha güzeldi.
Çanakkale’den Gülgün Çako ile eşi, İzmir’den Hidayet Karakuş ile eşi İclal Hanım, İstanbul’dan Ayten Mutlu etkinliğin konuklarıydı. 
Kısa bir süre sonra Yalova’nın özgün yerlerinden birindeydik. Yeşil bir su akıyordu yanı başımızdan, kocaman çınarların altında çaylarımızı yudumlarken…
Uzun süredir Yalova’da emeklilik günlerini geçiren kırk yıllık dostum Nihat Özgen’le kucaklaştık. Onu sanatçı dostlarımla tanıştırdım. Ne güzel yıllardı yaşadıklarımız. Öğrencilik, öğretmenlik, uzun yolculuklar… Nihat, Fransa, Belçika, Türkmenistan serüvenleriyle dopdolu anılarını yüreğine gömerek sakin bir yaşamın içinde kulaç atıyordu. Kardeşi öğretmen emeklisi Fuat da gelmişti, onu da onca yıldır tanırım, onları görmekten mutluydum.. Dostlarımla onları tanıştırırken başarılı öğrencilik yıllarını dile getirdim.


Saat 14.00’te Uğur Mumcu Kültür Merkezi’ndeydik. Sahneye çıkmadan önce sinevizyonda akıp giden görüntülerde benim, Ayten Mutlu’nun, Halim Yazıcı’nın ve Gülgün Çako’nun yazın alanındaki emeğini izledik. Fotoğraflarımız eşliğinde yapıtlarımız, ödüllerimiz yansıtıldı perdeye.


Öykücü Fadime Karoğlu’nun sunumundan sonra Gülgün Çako her birimizden birer şiir okuyarak sözü bize bıraktı. Gündemimiz şiirdi. Dünyaya şiirle bakmanın güzelliğini aktarmaya çalıştık. Yalova’da düzenlenen böyle bir etkinliğin oluşturduğu duyarlığın boyutu üzerinde durup, şiirin toplumsal ve evrensel işlevinden söz ettik. Şairin yaşadığımız ülkede, genel anlamda dünyada taşıdığı sorumluluğun ne olduğunu anlatmaya çalıştık. Şiirlerimizden örnekler vererek yazdıklarımızın rengini sergilemeye çalıştık.
Sorulan sorulara verilen yanıtlardan sonra gittiğimiz ilk yer Atatürk’ün doğaya olan duyarlığının yıllardır sergilenen me-kânıydı.
Bir ağacın dalının kesilmemesi için bir yapının yerinin değiştirilmesiydi anlatılan.
Gelin bu konuda yazılan yazılardan bir alıntı yapalım:
“Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, tarımda modern teknikleri kullanılması, çevre üreticilere örnek olması ve onların nitelikli fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazı bir köşk yapılmıştır. 
‘Yalova Benim Kentim’ diyen Atatürk, Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Yalova’ya 1936 yılındaki gelişinde Millet Çiftli-ği’ndeki köşkün pencerelerini zarar vereceği gerekçesiyle köşkün yanındaki çınarın dalının kesileceğini öğrenir. Ağacın bir dalının bile kesilmesini istemeyen Atatürk, köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını ister. Görev, İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi’ne verilir. Sorumlu başmühendis Ali Nuri (Alnar) binanın temellerini açtırır. Temellerin altına zor ve çok yavaş da olsa raylar döşenir. Bina, rayların üzerinde doğuya doğru 4 m kaydırılır. 11 Ağustos 1936 günü yapılan bu işlemi, Atatürk, kız kardeşi Makbule (Atadan) Hanım, Affet (İnan) Hanım, Yunus Nadi (Abalıoğlu), Muhafız K. İsmail Hakkı (Tekçe), Yaver B.N.B. Nasuhi Bey ve diğer ilgililerle baştan sona izler. 
Atatürk, 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu köşkü de milletine bağışlar. 
Diğer tüm köşkler gibi ‘Yürüyen Köşk’ de halen müze olarak korunmaktadır.” 


Bir görevli hanımefendinin gözetiminde gezdiğimiz köşkün iç bölümlerinde yasak nedeniyle fotoğraf çekme olanağımız olmadı.
İkinci durağımız ‘Termal’di.
Yalova’nın bu yöresinin altından kaynar sular fışkırıyor. Dünyanın kim bilir kaç metre derininden gelen bu sular, burada özgün tesislerin yapılmasına yol açmış Yalova yerli yabancı pek çok turisti bu özelliği nedeniyle yaz kış ağırlamakta, ekono-misine canlılık katmaktadır.
Bir yanıyla sıcak suların fışkırdığı bu yörede Atatürk’ün bir başka köşküyle karşılaşırsınız. Yalova’ya ne zaman gelsem bu köşkü onarımda görürüm. Her cins ağacın ve çiçeğin boy verdiği bu mekânda bol bol fotoğraf çektik, yöreyi gezen kişiler olarak ufkumuza yepyeni düşler kazandırdık.


Gece TİGEM’de bir güzelliği paylaştık. Geniş bir masanın etrafında şarkıdan türküye, şiirden fıkraya yaptığımız uzun yolculukta, dağarcığımızda ne varsa ortaya döktük. Soframızdaki coşkunun bir yerine, o saatlerde Ankara’dan gelen Burhan Günel arkadaşımız katıldı. Son yıllarda düzenlenen bir koroda yer almanın deneyimini bizlerle paylaştı, söylediği şarkıları dinledik. Benim okuduğum şiirlere Hidayet Karakuş’un okuduğu şiirler eklendi. İhsan Topçu’yu ne kadar zorlamışsak da bir dörtlükten öte bir şiirini dinleyemedik; ancak esprileriyle, anlattığı anekdotlarla gecemize ayrı bir güzellik kattı.
Gülgün Çako, şiirlerini kitabından okumayı yeğledi.
Söyleşimize kimi zaman sanatın büyüsü de egemen oldu, politikanın sarsıcı etkisi de. Şenol Yazıcı’nın anlattıklarında “yaralı bir kent”in yaralarının sarılmasında sanatın ne denli işlev taşıdığı, belirgin bir şekilde kendini gösteriyordu. Kentin yaralarının sarılması bir yana baskı dönemlerinde yaşanan acıların da duyarlı insanlara ne denli acılar çektirdiği dile getirildi o gece.
Gecemizin en güzel yanı, bir dönem Acaristan’da tanık olduğum gibi burada da bir “masabeyi”nin seçilmesinin gerekliliğiydi. Arkadaşlar uygun gördüler bu görevi bana verdiler. Umarım bu işi bir sorunla karşılaşmadan sonuna değin götürebilmi-şimdir. Düşünen kafaların, duyarlı yüreklerin, çalışkan kişiliklerin bir araya geldiğinde, ülkeye ve dünyaya dair nelerin ele alındığına güzel bir örnekti beraberliğimiz. Hanımefendilerin masamızda olması, gecemizin daha da saygınlık kazanmasında önemli rol oynadı.


16 Mayıs’taki etkinlikte söz; Burhan Günel, Hidayet Karakuş, Şenol Yazıcı ve İhsan Topçu’nundu. Programı gene Fadime Karoğlu sunuyordu.
Şenol Yazıcı verdiği onca emeğin sızısıyla bu tür etkinliklere istenilen sayıda katılımın olmamasını eleştirse de önemli olanın böyle bir güzelliğin, bir izlencenin ortasında yer alarak tarihe iz bırakılmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum.. 


Konuşmasını hazırladığı kağıttan okuyarak sunan İhsan Topçu da, öteki konuşmacılar daha çok dilin, Türkçenin düşünce ufkumuzdaki yerine değindiler. Düşünmenin aracı olan dilimizin kirlenmesiyle sağlıklı karar vermemizin olanaksız olduğu üzerinde duruldu. Dili bozmaya çalışanların yaptıkları kötülüğün zaman içinde çoğumuzu etkilediği gerçeğinden hareket eden konuşmacılar, yakın bir geçmişte yazın dünyasına yön vermeye çalışanların; insan duyarlığını, düşünce ufkunu, gerçek sanatçının görevini görmezden geldiklerini belirttiler.


“Yazarlar Buluşması”nın getirdiği duyarlık, sorulan sorularla ve katkıda bulunanların görüşleriyle zenginleşti.
İstanbul’a kalkacak deniz otobüsünün saatiyle etkinliğin sona erişi nerdeyse kesişiyordu. İki günde yaşanılan büyük coşku, yerine ayrılığa bırakıyordu. Kalan dostlarımızla vedalaşıp deniz otobüsüne geçtik.
Denizden Yalova’ya bakarken şunu düşündüm. Bir sanatçının, bir şairin, bir yazarın bir kentin güzelliklerini sergilemede, o kente çağırdığı insanlarla bir güzelliğin ucundan tutmada gösterdiği özveri, kim bilir kaç kişinin yaşamına yeni ufuklar açmıştır.
Yalova Belediyesi’nin Mayıs 2010 etkinliklerinden ikisini “Yazarlar Buluşması” ile “Şairler Buluşması”na ayırması, bu kentin adının çok yere kazınmasında önemli rol oynadığını düşünüyorum. Şenol Yazıcı arkadaşımızın bu etkinliklerdeki emeğini burada bir kez daha vurgulamak isterim. 


Bir başlangıç, nice güzelliği beraberinde sürükleyecektir.
Kentin yarasına merhem olabilen bu tür etkinliklerin, çok kişiye yaşama sevinci de kazandırdığını düşünüyorum.


Bir başka güzellik de burada kucaklaştığımız sanatçı dostlarımızın yapıtlarıyla zenginleşmem oldu. Her iki programın sunucusu Fadime Y.Karoğlu’nun “Kuşlar Geçiyor” , Şenol Yazıcı’nın “Aşkarayan” ve “Bağbozumu” kitaplarını edinmek, şair arkadaşımız Ayten Mutlu’nun hazırladığı “Mozaik” adlı Türkçe-Makedonca bir antolojide şiirlerimle yer almak, yine onun yeni şiirlerini içeren “Eşikte”yi almak, Figen Dinçer’le ortaklaşa çevirdiği “Çağdaş İngiliz Kadın Şiirinden Seçmeler”in oluşturduğu “Sen Sanırdın Her Baharı”adlı yapıta sahip olmak, Azime Akbaş Yazıcı’nın anlatısı “NefesTen”e dokunmak, etkinliğin bir başka konuğu Gülgün Çako’nun maviADA dergisinin yayını olarak henüz çıkan ikinci yapıtı Ay Perisi’yle tanışmak, Sebahattin Gül’ün şiirlerini içeren iki kitabı “Bir Şehir Uyurken” ile “Adını Sen Koy”u edinmek, yaşamıma katılan yeni renklerdi.


Yalova’da geçirdiğimiz iki günün oluşturduğu güzellikleri hiç unutmayacağım.
Bu etkinliklerde büyük emeği geçen, bizleri bu onura lyik görüp davet eden başta Şenol Yazıcı ve maviADA dergisine, belediye kültür işlerinden Sinan Çolak’a, bizi bir an yalnız bırakmayan Cengiz Karoğlu’na slaytları hazırlayan film çekimi yapan Metin Kar’a yeniden teşekkür ediyor, herkesi kutluyor, sanata verilen emeğin hiç ama hiçbir zaman boş gitmeyeceğini vurguluyorum. 

 

 

maviADA dergisi 2010, 18.sayı

ŞENOL YAZICI
ŞENOL YAZICI

 YALOVA ETKİNLİKLERİ

"Yaralı Bir Kentin Işıyan Yüzü"

ve

HANGİ KÜLTÜR, HANGİ EDEBİYAT?

bottom of page