top of page
Şenol Yazıcı
Sanat yalnız insanın kadim silahıdır

Şenol Yazıcı

hayat ve sanat
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Yazarlık ve Esnaflık

Güncelleme tarihi: 30 Mar 2021

Bir "Büyüğün" Anatomisi

/

Orhan Pamuk yeni bir kitap yazmış.

Nobel ödüllü, dünyanın büyük diye tescillediği yazarlardan biri. Daha yukarısı yok onu onurlandıracak.


Hürriyet ön sayfadan büyük puntolarla verdi haberi: " Tam 40 yıldır tasarladım, beş yılda da yazdım Veba Geceleri'ni. Şimdi salgına denk geldi "Aa bak salgın çıktı, hemen roman pişirip yazdı." diyecekler." diye anlatıyordu romanın hikayesini. Gazetenin içinde de 2 tam sayfa bu minval üzere bir yazı...

Gözlerim yaşardı... Kırk yıl düşün, beş yıl uğraş, tam bitir, üstüne tıpatıp bir salgın gelsin...


Üzülerek okudum, öyle ya, fırsatçı denilecek şimdi koca Nobelli yazara. Ucuzundan bir konu bulmuş, sadece adını değiştirmiş salgının...neler demezler hakkında?


Önce Albert Camus'un ünlü VEBA'sı geldi aklıma...Sonra Sivas Madımak Yangınlarını anımsatır gibi kitabın ilk baskılarında bazı yerlerinde inadına hala mekan olarak Sivas yazan, ama KARS'ta geçen adı KAR olan kitabı geldi .


Orhan Pamuk sanki hep bunu yapıyor.


Midem kalktı.


Ben yazarları başka bir şeymiş gibi sanıyordum; peygamberler gibi...

Ah, senin çağdaşın olmasaydım keşke... Keşke senin beyler gibi benimse maraba girdiğimiz o Tüyaplarda kitap pazarlama hikayelerini bin ağızdan dinlemeseydim.


Şimdi ne var bunda yadırgayıp bu denli incinecek dersiniz... Yazar dediğin zaten hayattan esinlenmez mi? Öyle ya adam salgında eve kapanmış, ne yapacak, oturup yaşadığı salgından esinlendiği bir öykü çıkarmış. Seni bu kadar sarsacak ne?

Doğru ya. öteki yazarlar roman konularını yumurtluyorlar mı? Ya da eski ahit mi bu, gökten inecek?

Nasıl ucuzundan, bayağı geliyor bana belki de en sahicisinden o replik. Belki çok tanıdık da ondan mı?

Nobelli bir yazar... bir pazarlama uğruna... nasıl sözler öyle, bir de ağlasa yok mu? Azgörülür örnekli varsıl, ünlü bir yazarken hem de...


Dedim ya yukarda; yazarları başka bir şeymiş gibi sanıyordum; peygamberler gibi...


Keşke hayatını, kitaplarını nasıl oldurduğunu ve nasıl sattığını hiç bilmeseydik. Ucuz romanlara benziyor bu öyküler, ben daha iyisini yazardım.

Oysa SEN BİZDEN BİRİSİN, bildiğimiz. Biz birbirini zor aldatırız.

Belli ki de yaratıcı gücün de yaşlandı, pazarlama taktiklerin de hep aynı.


Onun şanssızlığı, bilmediklerimiz, hep Kafdağı'nın ardı gibi görünür ya hayatlarıyla, eserleriyle... o öyle değil, etiyle kemiğiyle, sihriyle, sıradanlığıyla bildiğimiz Pamuk. Bizim kuşak yazarlardan biri dersek... yanlış da olmaz.


Daha da ötesini bilirim Pamuk'un. Ressamlıktan edebiyatçılığa geçişinde büyük katkısı olan Can Yayınları sahibi Erdal ÖZ'ü, onla ilgili her gün görevmiş gibi "kötülemeler" yazanları da de tanıyınca artık gizlisi saklısı olmayan komşuya dönersiniz.


Tadı yok böyle, kandırmıyor... Bilmediğin, masal gibi olacak ki...


Kıskançlıktan böyle dediğime bakmayın siz, bükemeyince bileği...Ya da erişemeyince üzüme...


Pamuk'un yeni kitabı bu günlerin hikayesi, yani pandemi...

Doğan Holding'in sattığı Hürriyet ön sayfadan, sayfa başından verdi. Yetmedi pazar ekinde de tam sayfa ayırdı. Belli ki iyi para aldı gazete.

Gerçi almasa da yapardı, önceden de biliriz. Her devir Hürriyetin "Makbul.." paşası olmayı bilmiştir Pamuk, bazen "Maktul" gösterilse de...


Her zamanki hikaye. Orhan Pamuk'un BENİM ADIM KIRMIZI dan bu yana ezbere bildiğim ama bir türlü uygulamayı başaramadığım esnaflığı bu. Görünen yeni bir şey yok...

Ayrıca kabul de etmeli ki Pamuk'ta şeytan tüyü de vardır. Allah yürü dedi mi insana, onu uçurur. Güzel güzel resim yaparken, demek bir ara ülkenin S. Dali'si olmaya niyetlenmiş bakmıştı ki Baykam o tahtı kapmış, viraj alıp yazar olmuş, ilk işi de bir gazetenin roman ödülünü paylaşmıştı. Aynı romanın sadece bir yıl sonra Cevdet Bey ve Oğulları olup gene ödüle ve paraya döneceğini kim bilebilirdi?


Şimdi bir tek şey eksik.

Acil olarak bir zaman Orhan Pamuk'u kötüleyecek on beş yirmi kalem gerekli. Benim gibi geri kalan yazar özentileri de nasılsa anında dümen suyuna girip hiç okumadıkları, görmedikleri yeni kitabı kötüleyip bir güzel en ücra köşelere dahi duyurur , ulaştırırlar.

Hele iktidardan bir işgüzar çıkıp da Pamuk'u karalasın da gör sen...

Tam zamanı, gündemden çıkışı laf kalabalığında gören iktidar da sazanlaşır, atlardı.


Sahi o yanı da eksik kaldı; tam bu anlarda Pamuk çıkar, ucu "cami duvarına" dokunacak, ama tamı tamına suç da oldurmayacak büyük bir söz ederdi, o da yok...

Herhalde ecnebi seyirci yok şu anda vitrinde, ondan ... Maç biz bize...


Sonra iş kitapçılardan gelen talebe göre basmaya ve satmaya kalır.


Allah bereketini versin bile demiyor adam... Bense elimle verdiğim kitabı kabul etti diye okura teşekkür ederken...


Psikolojimizi biliyor valla, aç tavuk...darı ambarı muhabbetini de, zenginin malı züğürtün çenesini yoracak, biz de konuşacağız.

İşte o, bir katkımız olsun istedik.


Geçmişte yapmışız ama Nobelli yazarımıza ne yapsak az...


Sözü dolaştırmaya hiç gerek yok, itiraf etmeliyim: Ben bu adamı hep kıskandım.


Yazarlığını mı? Hiç de değil, esnaflığını esnaflığını...


Yaşasın EDEBİYAT!

*


Orhan Pamuk, Garip bir Algı Operasyonu ve Doğan Ödülü…


Şenol Yazıcı


Nobelli yazarımız Orhan Pamuk, Doğan Vakfı'nın ödülünü de aldı.


Şaşırdınız mı? Niye ki?

Nobel günlerinde Hürriyet gazetesinde Orhan Pamuk'la ilgili yazılanlar mı aklınıza geldi?..


Daha neler, burası Türkiye... Burada hiçbir yerleşik siyaset, tavır ve ilke on yıldan fazla yaşayamaz... HEM TAVIR İLKE, SİYASET, TUTARLILIK NE Kİ? Altyapısı olan, evrensel paydası bulunan, bilinçle edinilmiş kazanımlar olsalar belki. Onlar sıra vatandaşa konulan uyması zorunlu yol işaretleridir, geçiş üstünlüğü olan egemen güçlere değil...


Aslında takdir etmeli, bu ülkede yaşıyorsan, mevsimine, geleneğe güvenip de tarlana yağmur yağsın diye umut etmeyeceksin, tarlanı yağmurun yağdığı yere taşımayı bileceksin...

*

1952 doğumlu Orhan Pamuk önce resimle ilgiliydi. Galiba 1978'de Antalya'da bir öyküyle dereceye girdi. Ardından 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.


Sonrası...

Erdal Öz'ün yayınevinden çıkan kitapları üzerine hemen hemen hepsi olumsuz yüzlerce, binlerce yazı yazıldı geçen süreçte.


Kişisel tanışıklığımla da söyleyebilirim, Erdal Öz, sadece hukuk mezunu, iyi bir yazar, iyi bir devrimci değil aynı zamanda işini çok iyi bilen becerikli bir adamdı. Elli yaşında başladığı yayıncılığı kısa sürede ülkenin bir numarası marka yapmayı başarmış adamdı. Tuttuğunu altın eden ÖZ, kitap hak etmese de satabilmek için yayınladığı kitap üzerine birkaç olumlu yazı yazdıramaz mıydı birine deyip de?.. İma etse onlarcası çıkardı, âlâsını yapacak... Ama denilebilir ki Orhan Pamuk yazıları üzerine uzun bir süreç olumlu tek bir yazı yazılmadı, güzel söz söylenmedi, ama çok, gerçekten hiçbir yazar üzerine olmadığı dende çok yazı yazıldı, karalayan, batıran...


80'li yılların ortalarında aynı zamanda Yaşar Kemal'in de arkadaşı olan Erdal Öz'ün " YENİ YAŞAR KEMAL'İ " yaratma operasyonundan söz edilecekti. Çok yazıldı, güya aday romancı Orhan Pamuk'tu. Doğru mu değil mi bilinmez, ama ters eğitimle Pamuk inanılmaz hızla yükseldi.


Orhan Pamuk, emsalleri çok, tarzını arayan yüzlerce yetenekli genç yazardan biriydi sadece. Ne var ki eleştirel yaklaşımdaki olumsuz doza bakılırsa sanki öyle değil de ülkenin namusuna el uzatan bir haindi. Elbette karalamalar kişiliğine değil yapıtınaydı, ama çok acımasızdı. Ünlüsü ünsüzü, sağcısı solcusu hemen herkes her çıkan kitabına sözleşmişler gibi en insafsız yakıştırmalarla saldırdılar. Emsallerine göre hayli pahalı bir kitabını alıp da okumamış olanlar da eğilimi bozmadı, ağız birliği edip Pamuk'un kitaplarını yerini dibine soktu durdu. Bir yazar, yüzlerce sayfa yazı, o kadar kitap yazar da birini beğenen çıkmaz mı? Yok, o dönem Orhan Pamuk'un bir kitabıyla ilgili değil tek bir olumlu söz söylemek, duymak mümkün değildi.

Ne garip! Olumsuz şeyler yazıldıkça yazarın ünü arttı, herkesin bildiği yazar haline gelirken, kitapları çoksatar, yayınevi baskı yetiştiremez oldu. Çıkıp sokağa sorsanız toplumun yüzde ellisinin oyunu alan AKP ye oy verdiğini söyleyecek birini zor bulursunuz, onun gibi Orhan Pamuk’un kitaplarını alıp da keyifle okuduğunu söyleyecek kimseyi bulamazken hem de…


Sadece yazarlar, köşe yazarları değil gazeteler de tavırlıydı PAMUK'a... Başta Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet olmak üzere hepsi Orhan Pamuk'la uğraşıyordu. Hürriyet gazetesi yazarı Murat Bardakçı, 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile sahtecilik ve intihal ile suçlayacaktı yazarı. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıydı. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir.


Anımsamalı, Benim Adım Kırmızı daha yayınlanmadan üzerine televizyon programları yapılan kitaplarındandır PAMUK'un... Söylentilere göre aileden zengin Pamuk, parasını tıkır tıkır sayıp kanal tutup program yapmıştır kitabına... Yapacak elbet, reklamsız kim bilir kitabını?.. Ama intihalliği aşikar bir kitabı böylesine herkesin gözüne sokacak biçimde ortaya koyacak kadar saf mıdır, Orhan Pamuk, diye düşünmeden edemiyorsunuz.


Yazarın Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. " beyanatı ciddi bir cıkıştı. Çünkü o zamana değin siyasetle pek ilgisi yoktu Pamuk'un... Bu muhalif tavırdan önemlisi sözüne eklediği meydan okuyan ekti. "Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi..." açıklaması hayli delikanlıcaydı. Hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı. dava ertelendi. Ama daha önemli bir şeye neden oldu, kültür sanat çevrelerinde tanınan bilinen ve yeterince sevmeyeni olan yazar, bu kez tüm ulusça tanınır bilinir ve elbette yaygın biçimde suçlanır hale geldi. Bu sözü muhalif görüşlü yüzlerce insan her gün bir nedenle söyleyebilir, karşıtları yanıtını verir, belki mahkemelik de olur, ama kimseye itibar sağlamazken, Orhan Pamuk'un gafleti gündeme bomba gibi düştü ve yankılana yankılana büyü(tül)dü, bir yanıyla kahramanlığa döndü.


AB ve uluslararası güçlerinde devreye girdiği sürecin sonunda Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.


O güne değin siyasi imajı olmayan Post Modernist Yazar, Soljenitsin vari bir muhalif olarak görülmeye başlanacaktı, özellikle BATI’DA. ABnin de devreye girip savunduğu muhalifi, iktidarın da cezalandırma niyeti yoktu ki dava kısa sürede düştü. ZATEN dikkat edilirse onun muhalifliği iktidara itiraz, savunması da mazlumlara taraf değildi. Onun muhalifliği, sahibi olmayan bir egemene belki sisteme karşıydı, belki o da değil ortaya edilmiş bir söz gibiydi. Ermeni Tehciri'yle Osmanlıyı da niye işe karıştırmıştı, koca yazar Cumhuriyetin imparatorlukla organik bir bağının kalmadığını bilmez miydi, yok toplu bir hesaplaşmanın sözcüsüyse daha eskilere gidip Babai İsyanlarının zalimce bastırılmasına niye değinmemişti, anlaşılamamıştı ama tavır elbette ortak sese aykırıydı.


Aslında bu açıklama üzerinde sözün balistik uzmanları derin dursa, Orhan Pamuk'un belki en başarısız, kötü, en amaçsız, en boş, en anlamsız... cümlesi olarak seçilirdi, ama öyle olmadı, yazara büyük bir farkındalık yarattı ve batının gözüne ayakkabılarını çıkarmadan sokmaya yetti.

Ekim 2006'da Nobel Ödül Komitesi “2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.” açıklamasını yaptı.


En son ülkeyi kendi deyişiyle "hıyar gibi ikiye bölmekle" suçlanıp ve aklanan yaşamı boyunca muhalif, ortaya çıktığı günden beri herkesçe beğenilen efsane romancı Yaşar Kemal Nobel'i alır diye umuluyordu, ama görünen salt muhaliflik, iyi yazarlık yetmiyordu.


Belki amaç bu değildi, belki kendiliğinden dönüşmüştü, ama sonuç olarak bu bize hiç benzemeyen, çok yeni, belki de en postmodernist algı operasyonu amacına ulaşmıştı.


Görünen tablo da Orhan pamuk ülkesinde sevilmeyen, beğenilmeyen, hatta hiç okunmayan, ama ulularası arenada çok değerli ünlü ve artık çok zengin bir edebiyatçıydı.

Türkçe bir yazarın Nobel'le ödüllendirilmesi gibi mucizevi bir sonuç bile kimseyi ne şaşırttı ne durdurdu. Herkes kızdı, bağırdı çağırdı. Başta Ertuğrul Özkök olmak üzere Hürriyet gazetesi yazarlarının hemen hemen tamamı, 2006'da Pamuk'u yerden yere vurmuştu. Söz konusu dönemde Hürriyet'te yazan Emin Çölaşan şu ifadeleri kullanmıştı: "TC Kimlik numaralı yazarımız Nobel alabilmek için esti gürledi. 'Bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt kestik' dedi. Sonunda ödülü kapmayı başardı." Pamuk'un Nobel ödül töreninde konuşma yapacağı gün ise Hürriyet, "Ödül edebi, izleyenler siyasi" sürmanşetiyle çıkmıştı.


Ülkesinde beklediği alkışı göremeyince Pamuk, hayal kırıklığını az da olsa ifade etmişse de takıntı yapmamış, hatta bir ara başka bir ülkeye yerleşmeyi düşündüğü gibi söylentiler yayılmasından öte de bir protesto eylemine kalkışmamıştı. Zaten bir uzak ülkede üniversitelerde ders veriyor, fransız nişanlarıyla ödüllendiriliyor, kitabı dünya dillerine çevriliyor ve çok satıyordu artık. Türkiye'nin alkışı çok önemli olamazdı.


Sonraki yıllarda birkaç kitap daha yazdı , gariptir kimse hakkında olumsuz bir şey yazmadı, hatta olumlu söz eden birkaç cılız ses çıkmışsa da Pamuk, Nobel öncesi gibi gündem olamadı bir daha...


Dokuz yıl geçmiş aradan, PAMUK sıkılmaya başlamıştır artık.


Son günlerde iktidara eleştirel yaklaşan Pamuk, bu kez başka bir sürpriz yaptı. HÜRRİYET gazetesinin de aralarında bulunduğu çok sayıda basın yayın kuruluşu olan, her yıl ödüller dağıtan Doğan Vakfı bu kez ödülü ona verdi. Orhan Pamuk da "insanın ülkesinde ödül almasının tadı bir başka..." dedi.


Şaşırdınız mı? Niye ki?

Nobel günlerinde Ertuğrul Özkök'ün, Pamuk'un Nobel almasına tam olarak sevinemediğini, iki farklı duyguyu bir arada yaşadığını belirtmesi, Özdemir İnce ise grubun kanalında yaptığı konuşmada, "Pamuk sıradan bir yazardır. Türkiye satışa çıkarılmıştır. Bundan utanç duyuyorum" sözleri gibileri anımsayarak mı?


Daha neler, burası Türkiye... Burada hiçbir siyaset, tavır ve ilke on yıldan uzun ömürlü olmaz... Pardon 20 yıldan...


Aslında takdir etmeli, bu ülkede yaşıyorsan, mevsimine, geleneğe güvenip de tarlana yağmur yağsın diye umut etmeyeceksin, tarlanı yağmurun yağdığı yere taşımayı bileceksin...


Acaba birileri çıkıp benim yazdıklarımı da sistemli biçimde kötüleyebilir mi, her gün?..

ŞENOL YAZICI

22.02.2015

46 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Küçük Prens

Comments


  • Siyah Instagram Simge
  • Facebook B&W
  • Twitter Siyah Kare
  • LinkedIn - Siyah Çember
bottom of page