top of page
Şenol Yazıcı
Sanat yalnız insanın kadim silahıdır

Şenol Yazıcı

hayat ve sanat
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

BİR DERGİNİN ANATOMİSİ


KimseSİZ Dergisi / 2.Sayı / Ocak 2003

ya da BİR DERGİ KATLİ Şenol Yazıcı

* Doğanın kendinde bu var; çoğu eylem ilgisiz, aslında rastlantısal bir tetiklemeyle doğar, ne var ki tarihi anlamlandırılarak yazılır, planlama, araştırma ve misyon sonradan eklenir. Biz de yani dışarıdan bakanlar, anlatılanlardan öyle sanır, öyle biliriz. Dergiler bir ülkü için çıkarılır, derler ya inanmayın. Profesyonel anlamda ticari bir amaç güdülmüyorsa, ki kültür sanat dergilerinde bir ticari amaç gütmek baştan akılsızlıktır, bütün dergiler heveslerle, kolay sanılarak, özentiyle kurulur. Bu anlamda "KİMSE-SİZ Dergisi de farklı değildi, çakma bir ülküden doğdu. Dahası kazaen doğdu demek daha doğru. Doğunca sevildi ve böylece misyon ve zorunlu ülküsü yaratıldı. Başlangıçta dergiciliğe inanmış görünen, yazmayla ilgileri olan yoğun bir kalabalık vardı. Biri, sonradan, kendi partisini terk edip rakip bir partiden belediye başkanı adayı da olan bir dişçi, bir ilköğretim müfettişi, en merkezi liselerden iki okul müdürü, bir üniversite öğretim üyesi, bir kitap toptancısı ... vardı. Hemen hepsi o dönemde sonbaharını sürdüren ama yaşayan politikacıları nedeniyle hala gündeme arkaik dönemden reçeteler sunan farklı farklı siyasetlere bulaşmış, okumaya yazmaya ilgili, artık yaşı kemale ermiş hayatım roman diyen, ama alçak gönüllü, ama bilinç altında bir gün yazdıklarıyla tüm dünyayı şaşkına çevirme potansiyeli taşıyan, ama yayıncılıkla ilgisiz insanlardı. Hepsinin tek söylemi vardı, ağız birliği etmiş gibi: Dergiden kendileri adına bir şey bekliyorlarsa namerttiler, onlarınki sadece sanat edebiyat saygısı, sevgisiydi... ( On dört yıl sonra bakınca çok şey görüyor insan, bu benim çok akıllı olmamdan değil, aynı yerde çok fazla kalmamdan sadece... O günlerde dergiyi kurmak için beni kurgulayan , ama sonradan ortadan kaybolan kültür sanat aşığı, sözde sanat aşığı fedakar o insanların hemen hepsi de, yazar olup olamadıkları başka bir konu, bir yoluyla sonraki yıllarda kitap bastırdılar. Tonla para ödeyip bastırdıkları kitaplarını bile bize getirip yaptırmadılar, sadece bir bölümü reklamı için kapımızı çaldı. Bir yönümü de o arada keşfettim, ben af edemiyormuşum, yer vermedim dergide. Mart 2016 ) Onlara göre profesyonel bile sayılırdım. Üç kitabım vardı ve en önemlisi dışarıdan taşraya deprem etkisiyle düşmüş bir yazardım. Biz birbirini iyi biliriz; yakınımızdakileri tüketene kadar sömürür, sonra posasına bile bakmaz, sonra da ithal tanrılar peşine düşeriz. Dışarıdan öyle görünsek de derdimiz tapacak yeni bir put değildir, biz o kadar saf mıyız sandınız, iştah açacak, sömürecek yeni bir kaynak ararız sadece... Çünkü performans düşüklüğümüzün gerekçesi her zaman motivasyon eksikliğinde ve doğal olarak başkasındadır. .O nedenle çevremize kıran girmiş gibi, Uganda'dan futbolcu, Ukrayna'dan evlenecek kadın ararız. Çiçeği burnunda, aslında üç kitapla ancak bir arpa boyu yol gitmiş, sadece mahalleye, bakkala kasaba kendini tanıtabilmiş, gerçekte bir baharda ama, yaşadıklarıyla sonbaharına dönmüş bir yazar olarak iyi bir motivasyon kaynağıydım yani. Önerileri zor gözükmüyordu, aralarına katılıp deneyimlerimle onlara yol göstermemi istiyorlardı. Herhalde üç kitaplı bir edebiyatçı olarak yayıncılık kim ben kim diyemezdim ya... Gerçekte öyle bir derdim yoktu. Bana kalsa, güçlükle atlattığım depremin son yaralarını da sarıp Nobel alacağım kitaplar yazmak dışında bir şey yapmayacaktım. Ama kitaplar yazmış olan benim, yani bir güvercin uçurmakla kendini peygamber sanan benim, halkımın çağrısına kayıtsız kalmam mümkün mü? Benim de egom içerde bir yerde sığamadığı duvarları yıkmak için tepinip duruyordu. Nisan 2002 den Mayıs 2002 nin başlarına değin çok toplantılar yaptık bu amaçla. Ama daha ilk toplantılarda dergiciliğin risksiz romantik bir kahramanlıktan öte para, emek isteyen bir savaş alanı olduğunu hissedildikçe, hayatı benden daha iyi bildikleri belli oldu, çoğu ortadan kayboldu. Hala gündelik yaşam gereği bana gereksinmesi olan ve ilişkilerimiz sürenlerse, sen yap, biz geliriz, modundaydılar ve belli ki ilk siste onlar da yok olacaktı. İtiraf etmeliyim, ben de kısa sürede tehlikeyi görmüş kaçmayı düşünüyordum, birkaç kez istifa ettiğim kuruculuk başkanlığına büyük tevecühle beni yeniden yeniden seçtiler. Her seçilişimde canım yanıyorsa da egom, sen farkında değilsin ama bir cevher olduğunu onlar gördüler, bu vatan hizmetinden kaçamazsın diyordu. Ayrıca ülke genelinde hatırını saydığım bir çok insana gururla bir dergi çıkaracağımızı haber vermiş, onlardan yazı istemiştim, ne çok yazma heveslisi varmış bu ülkede, muhabbetini ettiğim hemen gereğini yapmış, seni kırar mıyız diyerek, yazıları göndermiş, dergiyi soruyorlardı. acaba boğuluyorum, birkaç lira borç gönderseniz desem, aynı katkıyı yaparlar mıydı...diye düşünmek hiç aklıma gelmiyor, bunca sevenin ve hatırın sayan varken, durulur mu diye sabırsızlanıyordum bile... Seçkinci tavrı olmayan, ayrım yapmayan herkese açık, her yazılana, çizilene saygı duyan, seçici ve not verici değil, sergileyen bir misyon üstlenme kararlılığında ortaya çıkacaktık. Yenilere yol göstermeyi ustaların eserlerini sergilemekten önde tutacak, yani okul olacaktık. Ne kadar başardı? O kısa sürede, ilk kez onda yazan bir çok kişi, şimdi ulusal dergilerde yazıyor, yetmez mi? Diyeceksiniz ki, bunu kimsenin itiraf ettiği yok ama edebiyat dünyasını bilseniz buna hiç şaşırmazdınız. Ya da insan gerçeğini... O, doğuştan yetenekli, gelişkindir, bulunduğu yere kimsenin yardımı olmadan gelmiştir(!)... EDEBİYAT DÜNYASI BİR KEDİLER ÜLKESİDİR; UNUTMAYI SEVER. Sonunda başladık... Yazmayla ilgili, ilgisiz bir kaç kişi buldum çevreden. Bir büro tuttuk. Edebiyat öğretmeniydim, yasal engel olur diye, istekli bir kitapçıyı da yasal sahibi gösterdim ve ilk toplantımızı 15 mayıs 2002 de kiraladığımız bir büroda yaptık. Başladığımda da böylesine yalnızdım. TIPKI KİTAPLARIMI YAZDIĞIM ZAMANKİ GİBİ... Sadece bu kez GÖRÜNTÜ FARKLIYDI. Bu romantik başkaldırıda yer almak isteyen bir yığın kişi varken, işin ekonomik boyutları ve güçlükleri söz konusu olunca kimse kalmamıştı. Ne yaparsam yapayım yanımda yer alacağına inandığım bir iki arkadaşım tek güvencemdi. İşin ilginç tarafı bu güvendiklerimin de o güne değin yazmayla, yayıncılıkla hiç ilgisi olmamıştı. Ne var ki onlar da, ya dergiye el atabilecek dende yakında değil, uzaklardaydı ya da insan ruhunun 'alkış olmadan marifet göstermeyişine' uygun olarak, kendisinin onere edileceği, kurtarıcı misyonuyla tarihe geçeceği noktaya değin beklemeyi yeğledi. Bir yandan da, yardımının şahsıma değil de, hiç tanımadığı en az kendisi kadar onere edilen başka insanlara gideceğini, emeğinin fark edilmeyeceğini düşünmesi de olabilir. Biraz, niye onlar değil de, ben yapıyorum?.. sendromu da... Aksinin farkına vardıklarında, o noktada ben, yeterince yorulmuştum... belki de artık, dayanabilmem için benim onere edilmeye ihtiyacım vardı. Bu anlamda, hiç beklemeden destek veren iki kişiyi unutmamalı: Yalova Kitabevi'nin sahibi Mustafa Aydın'ı ve adıyla hiç yer almasa da, birkaç denemesi Ece Yıldırım adıyla yer alan Fadime Yıldırım Karoğlu'nu anmalıyım... Onere edilen dergi üyelerinin, derginin onların küçük katkılarının onlarca katına çıktığını çok iyi bilmelerine karşın, neden duyarlı davranmadıkları sorusuna gelince, ekonomik yetmezlikleri birinci neden. Varsılın edebiyatta, hele dergide ne işi var? Sahibi gösterilen kitapçı arkadaşın durumu ayrı. O kendince bir ticaret yapıyordu, az bir katkıyla dükkanına reklam, müşteri sağlamaya çalışıyor, bir yandan da sanat hamisi rolünü oynuyordu. Grubu küçümsemesinin altında da bu yatıyordu zaten, yani ekonomik gücü... Grup da onun kendilerinden daha çok katkı yapacağını düşünüp başta katlandı, ama, bu katkı hiç gerçekleşmedi. Bunun yerine onun, kendilerine işveren edasıyla buyurgan yaklaşımını görünce şiddetle tepki verdiler. O zaman o insanları dergiden çıkarmak zorunda kaldım, çünkü işin yürümesi için başka şansım yoktu. Ne var ki, bugün, onlara o onurlu kavgalarından dolayı sempatiyle bakıyorum. Öyle ya, onlar büroyu süpürecek, uğraşacak, çırpınacak, yazacak; sadece yasal zorunluluk nedeniyle sahibi gösterdiğimiz, katkısı onlar kadar bile olmayan kişiyse toplantılara bile gelmeyecek, ama buyruklar verecek, yazdığı karalamalardan yazı çıkarmak için birileri dört beş saat uğraşacak, o ahkam kesecekti. (O günlerde tavrına katlanamadığımız için terk ettiğim, hatta dergiyi ona bırakıp çekildiğim, elbette sürdüremediği, o günkü bakışla yukarıdaki gerekçeleri davranışlarına mazeret gördüğümüz kişinin, bugün bile bir dergi çıkarmaya çalıştığını, kitaplar yazdığını, TÜYAPta karşılaşmamızda bana bir dergi çıkarmayı önerdiğini düşünüp bütünüyle değerlendirince, başka açıklamalar buluyorum. Sanırım bu gökten düşme şansı o da çok önemsemiş ne var ki nasıl davranacağını bir türlü bulamayınca, en iyi bildiği kitap tüccarlığı rolüne sarınmış ve sonuç da kendiliğinden düş kırıklığı olmuştu. Mart 2016 ) Rastlantısal yazı işleri müdürü yaptığımız açıktan açığa, gündelik sohbetlerimizde geçen kendince parlak sözcüklerden bile anında çalıntı/yapıştırma şiirler yazan üreten kişiyse, kısa sürede kendinde bir potansiyel vehmedecek diğerlerini hiçleyecek, bu arada da gidişatı hissettiğinden olacak kendi adına KİMSE-SİZ'e rakip ayrı bir fanzin dergi üretmeye başlayacaktı. Tabi ki bize hiç söylemiyor, gruba dergisinde yer vermiyor, kimseSİZ kanalıyla tanıştığı başka yazar çizerlere güzellik yapıyordu... ve en ilginci derginin kıt imkanlarını kullanarak dergisini de yaymaya çalışacaktı. Kağıt fotokopi ve benzeri masraflarımızın artmasından kuşkulansak da anlamlandıramadığımız ihanet(!) hali, üstlendiği posta gönderilerimizin içine kendi dergisini de koyup yakın arkadaşlarıma da gönderince ortaya çıkacaktı, ama müdürü atsan, bulacağının ne yapacağı biliniyor muydu sanki? Kuşkusuz herkes aynı durumda değildi, emek veren, fazlasını yapan da vardı. O da haklı olarak daha çoğunu isteyecekti. Örneğin, ikinci ve üçüncü sayıda azımsanmayacak katkısını gördüğümüz bir bayan arkadaşımız, salt kendi adının anılacağı bir etkinlik yapmak için bizi zorlayınca dergiyle yolunu ayırmak zorunda kalacaktı. Kimi zaman da hiç bir şey yapmayan da çok şey istiyordu. Derginin başlangıç projesinde etkili olan, ama işin içine para gereksinmesi girince kenara çekilen, daha çok ticari kazanım için eğitime yönelik bir şeyler yazan bir ilköğretim müfettişi arkadaş Ankara'ya taşınmış, dergiyi kurduğumu duyunca istekle katılmıştı, ama ne söz verdiği üyelik ederini doğru düzgün ödedi, ne yazılarını zamanında gönderdi. Ama yaptığımız başlangıç toplantısına katılıp henüz ortada dergi mergi yokken, yapılmayanlardan dem vurup kıyasıya eleştirdi yönetimi, yani beni. Bu tavrını da hep sürdürdü. Toplantılarımıza bile ta oralardan kalkıp gelmesi güzeldi. Ne var ki hiç bilmediği konularımıza yaklaşımı ve sorunlara eleştirel bakışı 12 EYLÜL ÖNCESİNDEKİ acemi ÖĞRENCİ ÖRGÜTLERİNDE alıştığı kıyıcı eleştiri bıçaklarıyla doluydu. Kendisinden gördüğümüz katkı sınırlıyken emek veren insanları bazen lime lime edecek biçimde konuşuyor, tepkiler alıyordu. Kuşkusuz birilktelik de uzun sürmeyecekti. O kadar zoruma gitmişti ki bu yaklaşımı, kimse_SİZ kapanıp iki yıl sonra maviADAyı tasarlarken, duyup gene yer almak için koşturup gelen bu arkadaşın sanki emek vermiş, hatırı var tavrını görünce bu kez dayanamayıp, konuk olduğunu da unutup bir güzel benzetmiştim. Sahibi yaptığımız kitapçı ve önce katılmaya çalışan şimdiyse artık dışarıdan gazel okuyarak bizi denetleme görevlerini sürdüren okul müdürleri dergiye takmayı düşündüğümüz ETİK ismini beğenmemişti ilk. Ama bunu toplantılarda dile getirmek yerine kentteki edebiyat çevresinde tartışmaya açıyorlardı ve grup kentteki havadisleri adeta kokluyor, etkileniyordu. Sonunda bir çıkış kapısı bulmak için ismi geri çekmiş, grubun yeni isim bulmasını önermiştim, dokuz kişi yedi saat tartışıp bir isim belirleyememişti, sonunda onların bulduğu isimlerden birleştirip durumumuzu da tam açıklayan bir isim önermiştim: KİMSE-SİZ... İtiraz eden olmamıştı, ama sonradan dedikodularda yeni adı da beğenmediklerini duyuyordum. Bütün bunların verdiği yılgınlıkla daha baştan yaptığım anayasa benzeri dergi tüzüğünde genel yayın yönetmenliğini seçime bağlamıştım. Yapılanı beğenmeyen, daha iyiyi yapacağını düşünen herkes görevi benden alabilirdi. Bu nedenle de üç kez istifa ettim. Ne var ki her seferinde gene görev bana verildi. Ne var ki, artık ben de bozgundaydım. Ne işim var bunlarla diyerek kaçmayı kafama koymuştum. Garip tartışmalar, daha çıkmamış, olmayan dergiye yönelik keskin eleştiriler, isim bulmanın bile sorun olması... beni de yıldırmıştı. Zaten bu arada bir buçuk aylık süreç de geçmiş, yaza girmiştik, dergiyi son bahara ertelemeye karar verdim. Yaptığımız görüşmede durumu değerlendirip yeni dönemde yeni başkanı seçmelerini ve öylece başlamalarını önerdim. Son toplantı kararını aldım, ama bulunmayacağım bir tarihi seçtim. Burdan bir hayır çıkmaz diyerek katılmadığım hatta kenti, ele geçmeyeyim diyerek terk edip Ankara'da ki Edebiyatçılar Derneği'nde BURHAN GÜNEL'in çağrısıyla rol almaya gittiğim zamandı. GÜNEL'in marifetle derneği parçaladığı, bitiş için uçuruma sürdüğü toplantıda düş kırıklığına uğrayıp edebiyatla olan tüm ilişkimi kesmeyi düşünürken , beni yeniden başkan seçtiklerini telefonla haber verdiler. Nasıl bir ruh halidir bilmem, herhalde Edebiyatçılar Derneğindeki bozgun etkisi ya da artık kötünün iyisini seçme zamanıydı, demek ki, olur dedim. . Sonbaharda başladık. ÇOK HIZLI BİR BİÇİMDE ÇOĞALMAYA DA... Kentteki diğer sanat edebiyat çevrelerine muhalif olanlar, ayrılanlar bize katılıyor, hızla kalabalıklaşıyorduk. Gelenlerin yapıcı bir nedenle değil, öteki grupta keskinleştirdiği tırnaklarını bizde kullanmak, kendini kanıtlamak için geldiğini HENÜZ düşünemiyordum. Hır gür gidiyorduk, ama dergi çıkıyordu. bir fabrika kadar çok ve ayrıntılı işleri olan o küçük derginin tüm işlerini sabahlara kadar uyumadan yapıyor, kahrederek, ama hiç minnet etmeden götürmeye çalışıyordum. Zaman zaman zayıf kalan yazıların yerine uydurma isimlerle yazılar yazıyor ya da zayıf yazılara çeki düzen veriyordum. Çok şairimiz vardı ama hiç şiirimiz yoktu bir şeye benzeyen. Yaşamımdaki ilk şiirlerimi takma bir bayan adıyla o dergide yazdım ve gıyaben ödül bile aldım ve bir kaç şiir etkinliğine o adla çağrıldım. Bu arada dergiye çeki düzen verdim, matbaayı değiştirdim, sayfayı artırdım. İkinci sayımız ilk sayının tam anlamıyla iki katı boyutlarındaydı, olumlu tepkiler alıyorduk. Ne var ki derginin yasal sahibi gösterdiğimiz arkadaşın tavırları artarak sürüyor, dergidekiler çok rahatsız oluyordu. Sokaklara taşan ağız dalaşları yaşıyorduk. Kendi ellerimle başımıza bir bela yaratmıştım resmen. Daha fazlasını beklediğim için, sitem ettiğim öteki arkadaşları aslında anlıyordum. Zaman zaman iş görülsün diye, sitemi de aşan tavırlarıma onca zaman katlanmaları, dar bütçelerinden dergi için belki önemsiz, ama eminim onlar için çok önemli katkılarda bulunmaları, bir genç enerjisiyle koşturmaları unutulmaz. Bırakmak için uğraştığım, tersleştiğim günlerde büyük bir sabırla, sadakatle dergiyi sürdürmem için gayret etmeleri saygıya değer. Bir çıkış kapısı bulan, ekonomik ve sosyal çevresi olanlar, KİMSE-SİZ'de kanatlanır kanatlanmaz başka çevrelere göz kırpıp çoktan dergiyi satmışken, onlar hala bana umut ediyordu. Bana ve dergiye çok inanmışlardı. Ama yetmiyordu, izlerken, yüzlerine bakarken okuduğum beni zorlayan umutları, itici gücüm oluyordu. Duydukları inanç ve güvenden gurur duyuyordum. Şimdi bile onların yazılarının bir yerlerde yayınlanması için çırpınmamın, zaman zaman edebiyattaki kendi geleceğimi baltalamak uğruna, dergi yönetmenleriyle yazıları için kavga etmemin altında yatan bu gerçektir. Yazı işleri müdürü yaptığımız, güya uyumlu diyerek rol verdiğim, halim selim kendi halindeki arkadaş, emek ve gayret yönünden yukarıdakilerle ayni sınıfta olmasına karşın, artık farklı bir adamdı. Kendine yer yapmak için, dergi dışındaki yazan çizenlerle, dergi aleyhine kişisel girişimlerde bulunması yetmiyormuş gibi, kendi adına, rakibimizmiş gibi bir fanzin dergi çıkarması ve bunu bizim gönderilerimize bizden habersiz postalaması grubu da beni de çok sarstı. Tüm gayretimize karşın vazgeçiremedik. Son çare postalamayı elinden aldık yani o da benim üstüme kaldı. Elinden bir şeyler gelebilecek üyelerimizse, örneğin kitapçı ve daha bir iki kişi, bu insanların hiç biri kadar emek vermeden, katkıdan bulunmadan en yüksek onuru almaktan başka bir şey düşünmüyordu. Bir yerde bütün bunlara, birilerinin sırtından birilerinin adam gözükmesine de ben, aracılık ediyordum. Çıkış süresince, Öğretmen Dünyası ve Aykırı SANAT dışında kimseden bir dostluk görmedik. Bizden hiç söz etmeyen, hatta düşmanca bir tavır sergileyen başta AKATALPA ve DAMAR gibi diğer dergilere gelince, sonradan bakınca normal gözüküyor. Hangi bakkal, yanında açılan bakkalı sever ki... Gerçi dergiyi bitirince gene başta Akatalpa ve Damar olmak üzere hepsinden, yoğun bir ilgi gördük, bana ve arkadaşlarıma sayfalarını açacaklardı severek. Her ne kadar hazmedemeyip sonradan kendilerine sitemle anımsatmışsam da, biliyordum ki o da normaldi, her dergi, ölüsü de dahil bir potansiyeli barındırır. Bizi reklamlarına yer vermemiz için ileti, kargo, mektup yağmuruna tutan başta İzmir kent kültür kuruluşları ve belediyeleri olmak üzere bir çok kuruluştan da hiç bir yarar sağlayamadık. Artık yayınevlerinin onun kitaplarını basmak istemediğini ağlamaklı bir yüzle anlatan, aramızda yer almaya çok istekli duran biraz yol almış yazarlarsa , biz saygı gösterdik, öne çıkardık, peygamber yerine koyduk diye bizim için hiç bir şey yapmadılar. Ama yazıları için ilk sayfayı istediler, dergilerini ayaklarına beklediler. Derginin inanılmaz bir potansiyeli vardı. Aboneler hızla artmış, benim altından kalkamayacağım boyutlara ulaşmıştı. Bir yandan okula, işime gidiyor, bir yandan da sınırlı bir potansiyeli olan ev bilgisayarımda geceler boyu dergiyi yapmaya, çıkan dergiyi postalayıp göndermeye, ilişkiler kurmaya onu geliştirmeye uğraşıyordum. Benim şair yazar olmak için gerçekten çırpınan arkadaşlarımdan hiç birini böyle zamanlarda yanımda bulamıyor, bir başıma yüzlerce dergiyle boğuşmak zorunda kalıyordum. Bu arada katkısı olur diye öteden beriden dergiye kattığım kimi insanlar, dergiye beklenen hiç bir şeyi vermiyor, ama arada dergimizi görmeye geldik diyerek uzak kentlerden kimisi ailesiyle çıkıp geliyor, konuk oluyor, bir de onlarla ilgileniyordum. Dergiye yararları olur umuduyla hiç tanımadığım, sevmediğim, sevemeyeceğim insanlarla derin arkadaş gibi yemeklerde kalıyor, ordan oraya savruluyordum, umduğum hiç bir şey de elde edemiyordum. Pazarlamacılıktan ressamlığa bir anda sıçrayan yeteneksiz, ama vitrini tam sanatçı birinin, bol keseden vaatlerine kanıp aylarca peşinden koşmuş, en sonunda bırak adamdan dergiye bir yarar sağlamayı, uyduruk kopya bir resmini ciddi bir parayla satın alarak...öyle kala kalmıştım. Yükümün bir bölümünü üstlenecek birini bulamazsam her yönlü iflas edecektim. Çok düşündüm... Sonunda karar verdim, bu kadar pireden bu yorganı kurtarmam olanaksız gibi duruyordu, oturdum YORGANI YAKTIM... Dergiyi kapadım. Daha doğrusu yasal yönden sahibi olmadığım için, alın ne yaparsanız yapın diyerek, bıraktım. Kuşkusuz olacağı biliyordum.kimseSİZ bir daha yayınlanmadı. Artık eminim, dergiler maneviyat dağıtan, ulvi donanımlı aristokrat yerler değildi, muhtaçlık yeriydi. Yazın dünyası ise boyundan büyük sözler eden, ama kendisi bile söylediğine inanmayan bir yığın garip adamla doluydu. Belki asıl bu beni çok yordu. Ne dergiler kutsaldı, ne de yazarlarımız, yaşamın gerçeği neyse, edebiyatımızın gerçeği de o kadardı. Bunu fark etmiş olmak beni romantik ruhumu çok kıracaktı. Bir zamanlar ezberlediğimiz cümleleriyle ölüme koştuğumuz görkemli şair ve yazarların kimilerinin aslında birer sözlerden kaplan olduğunu görmek kimi sarsmaz? Yazanı, yapanı buysa dergiler başka türlü mü olacaktı? Yüz dergi ederi ödeyin, her hangi bir derginin arka kapağında mayolu resminizle yer alabilirsiniz, bu kadar basittir, ama bu yoksa, adınız, bir vaadiniz yoksa kaleminizden kan damlasın bakmazlar bile. Bu belki eşyanın doğasına uygun ama, edebi açıdan hiç etik değil gibi gözüküyor, ama hiç bir desteği olmayan o dergiler de yaşamak zorunda. Başlangıçta emin olun hepsi çok etiktir, dahası iddialıdır, ama sorunlar başlayınca... Diğerleri, insan ruhunu okşayan görkemli sözlerdir. Ya da imeceye koşulmasını sağlayan yükseğe asılmış üzüm...Sıçra, kanatların varsa yersin... Biz işte bu yüzden başka bir şey olmak üzere yola çıktık. Umudu olan herkese el vermek niyetiyle... Ama iyi niyet yetmiyor. Şimdi bakınca, dergiyi kemiren sorunların temelinde yatanın ne olduğunu daha iyi görüyorum. İlki, İMECE ruhunu benim yanlış yorumlamamdır denilebilir. Ya da işime öyle gelmesi... İmece sanılanın aksine bir sosyal dayanışma değildi, karşılığı kolay ödenilmeyen bir ilkel sosyal YATIRIMDIR. İlk talep eden, neylerse neylesin BORCUNU asla bitiremeyecek sonsuza değin borçlu kalacaktır. Bir ekip hareketi gibi gözükse de, dergi, hiyerarşik düzen isteyen tam bir iş yeri. Maddi manevi o yeterliliğe sahip, kendini vitrinlemekten hoşlanmayan ya da bunu iyi yapan, ama ipleri elinden hiç bırakmayan tek kişinin götürmesi gereken bir iş... Yan işleri yapacakların bir yöneticiye bağlı parayla çalışanlar olması gerekir. Sanılanın aksine, onere edilip yetkili konumuna hak etmeden yükseltilen insan, muhtaç olduğu duygusunu yitirince, ortak eyleme omuz vermiyor, artık hep kendine çalışıyor. Bizim ve ülke genelinde bir çok derginin denediği imece görüntüsü, olsa olsa öğrenme sürecine yarar, kalıcılığa değil... O yüzden ülkemiz bir dergi mezarlığıdır... ŞİMDİ dönüp bakınca, zorluklarına karşın, aynı durumda gene denerdim. Elbette vermeden almayı meslek edinmiş olanları hiç katmadan. Öyle olmayan insan varmıdır? Fırsatını bulduğunda yapmayacak insan..? Bir yazarı yeni kitaplar yazmaktan alıkoyan, ruhunu yaşadıklarıyla öldüren dergiyi gene de neden yapardım? Çünkü, kitap salt sizindir, dergi ise başkalarına omuz veren bir sosyal dünyadır. Birileri için bir şeyler yaparsınız dergide, hiç tanımadığınız birileri için.. Hayatınızda hiç olmadığı kadar insanlar için olumlu bir şeyler yapmanın hazzını yaşarsınız ve elbette bir şeyler verdiğiniz insanın nankörlüğünü ve ihanetini... Peygamberliğin temel özelliğinin almadan verme ve gene de katlanmayı bilmek olduğunu en iyi ticari amacı olmayan dergicilikte anlarsınız. ÇÜNKÜ, BİR YAŞAMIN TÜM ZORLUKLARINA ve İNSANIN GERÇEK BOYUTLARINA ANCAK DERGİCİLİKTE BÖYLESİNE YAKIN TEMAS TANIK OLABİLİR VE İYİ ÖĞRENİRSİNİZ. * _________ Şenol YAZICI_ Mayıs 2004 *Meraklısına NOT: Bunca özeleştiriye ve yakınmalarıma bakıp bir yıllık dergi deneyimi ve yılgınlıkla vazgeçtiğimi düşündünüz değil mi? Akıllı insanlar yaşadıklarından ders çıkarıp geriye çekilir, romantikler ise çarpacak yeni bir kaya arar. Bir buçuk yıl sonra yeni bir dergiyle çok daha uzun bir yola çıkacaktık, bu kez tam on yıl maviADA kültür sanat dergisini yaşatma ve yükseltme mücadelesi verecektik.( Mart 2016)



1 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Küçük Prens

ADA

Comments


  • Siyah Instagram Simge
  • Facebook B&W
  • Twitter Siyah Kare
  • LinkedIn - Siyah Çember
bottom of page